Emre Burak ONAT

Hukuki Paylaşımlar

TAKSİRLE ÖLDÜRME SUÇU

TAKSİRLE ÖLDÜRME SUÇU

ÖZET

Taksirle öldürme suçu 5237 sayılı Türk Ceza Kanun’un 85. maddesinde düzenlenmiştir. 765 sayılı Mülga TCK’nın aksine, maddede suçun tanımı yapılmamıştır. Bunun yerine, kanunun 22. maddesinde düzenlenen taksir kavramına bir nevi atıf yapılmıştır. Bu nedenle, suçun tanımını yapmak ve unsurlarını irdelemek için öncelikle taksir kavramının, taksirli fiillerin özelliklerinin ve 22. maddenin irdelenmesi gerekmektedir.

Taksir, kişinin kendisinden beklenen ve göstermek zorunda olduğu dikkat ve özeni göstermemek suretiyle suç tipinde belirtilen neticenin, fail tarafından öngörülebilir, tahmin edilebilir olduğu halde öngörülmemesi (basit taksir) ve neticenin öngörüldüğü halde istenmemesi (bilinçli taksir) hallerinde gerçekleşmesi olarak tanımlanabilir. Bilinçli taksir halinde failin cezası üçte birden yarısına kadar artırılmaktadır.

Taksirin unsurları ise fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması, hareketin iradiliği, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık, öngörülebilir neticenin istenmemesi ve hareket ile netice arasında nedensellik bağı bulunması şeklinde sıralanabilir.

Bu halde taksirin tanımından yola çıkarak taksirle öldürme suçunun tanımını, “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek veya neticenin öngörülmesine karşın istenmeyerek kişilerin ölümüne sebep olmak” şeklinde yapmak mümkündür.

Açıkça anlaşılacağı üzere, düzenleme ile korunan hukuki yarar, “yaşam hakkı”dır. Suçun konusu ise başka bir insanın hayatıdır. Fail bu suç açısından herkes olabilirken; mağdur, “hayatta olan” her insan olabilir. Suç, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı şekilde gerçekleşmiş her türlü icrai veya ihmali hareketle işlenebilir. Bu suçun oluşması için ölüm neticesinin gerçekleşmesi zorunludur. Bu nedenle bu suç açısından teşebbüs mümkün değildir. Son olarak netice, failin hareketinin sonucu olmalı yani hareket ile netice arasında uygun illiyet bağı bulunmalıdır.

Suçun düzenlendiği 85. maddenin 2. fıkrasında özel bir içtima hükmü düzenlenmiştir. Buna göre, fiilin birden fazla insanın ölmesine ya da bir veya birden fazla kişinin ölmesi ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olması hallerinde, faile verilecek cezanın üst sınırı ağırlaştırılmıştır. Söz konusu halde failin verilecek ceza 2-15 yıl olarak öngörülmüştür. Maddenin 1. fıkrasına göre hükmedilecek ceza ise 2 ila 6 yıl olarak düzenlenmiştir.

Kanuni düzenlemede yer alan bu aralıklarda faile verilecek ceza, TCK’nın 22/4. fıkrasına göre, “failin kusuruna göre belirlenir.” Ancak mağdurun kusur ile failin kusurunun takas edilmesi mümkündür değildir. Kusur belirlenirken sekiz tam sayı üzerinden, neticenin gerçekleşmesinde pay sahibi olan her neden bakımından paylaştırma yapılarak hesaplanması usulünden 5237 sayılı TCK ile vazgeçilmiştir.

Cezaya hükmedilmeyecek veya indirilecek hal olarak TCK’nın 22/6. fıkrasında, 765 sayılı Mülga TCK’da bulunmayan özel bir düzenleme yer almaktadır. Buna göre, taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmeyecek; bilinçli taksir halinde ise verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilebilecektir.

“Muhakeme” açısından bakılacak olursa; taksirle öldürme suçu, adli makamlarca re’sen takip edilen suçlardandır. Hem 85. maddenin 1. fıkrası hem de 2. fıkrası kapsamında işlenen taksirle öldürme suçunda dava zamanaşımı süresi, suçun işlendiği tarihten itibaren on beş yıldır ve bu süre, durma veya kesilme hallerinde en fazla yirmi iki yıl altı ay olabilir. Kanunun 85/1. fıkrası kapsamına giren taksirle öldürme suçunda asliye ceza mahkemeleri görevlidir. Ağır ceza mahkemeleri ise TCK’nın 85/2. fıkrasına giren taksirle öldürme suçunda görevlidir. Yetkili yargılama mercii ise taksirli hareketin yapıldığı yer mahkemeleri olacaktır.

 

 

 

 

GİRİŞ

Taksirle öldürme suçu Türk Ceza Kanun’un özel hükümleri düzenleyen ikinci kitabının, kişilere karşı suçlar başlıklı ikinci kısmının, “hayata karşı suçlar” başlıklı birinci bölümünde, 85. maddede düzenlenmiştir.

Söz konusu maddede, 765 sayılı Mülga TCK’dan farklı olarak taksirin tanımına yer verilmemiş ve taksirin düzenlendiği, kanunun 22. maddesine işaret edilmiştir.  Bu nedenle bu çalışmada taksirle öldürme suçu iki bölümde incelenmiştir.

Birinci bölümde taksir kavramı üzerinde durulmuş ve taksirin unsurları irdelenmiştir. Ayrıca bilinçli taksir-basit taksir ve bilinçli taksir-olası kast ayrımları yüksek mahkeme kararları ışığında açıklanmaya çalışılmıştır.

İkinci bölümde ise taksirle öldürme suçu dört ana başlık altında ele alınmıştır.

Öncelikle Suçun tanımı, maddi ve manevi unsuru ortaya konmuş; sonrasında suçun özel görünüş biçimleri üzerinde durulmuştur. Özellikle, kanunun 85/2. fıkrasında öngörülen özel içtima düzenlemesi, farklı olaylar ve olasılıklar üzerinden içtihatlarla açıklanmıştır.

Üçüncü ana başlıkta, suçun yaptırımı incelenerek, cezanın tayininde uygulanacak usul ve kurallar izah edilmiştir. Mülga kanun ile farklılıklara ve getirilen yeni düzenlemelere değinilmiş; bu düzenlemelerden biri olarak, cezaya hükmedilmeyecek veya indirilecek hallerden, kanunun 22/6. fıkrasında yer alan düzenleme üzerinde durulmuştur. Farklı senaryolarda, bu kanun maddesinin nasıl uygulanacağı, kanunun 85/2. fıkrası kapsamında ortaya çıkacak haller Yargıtay’ın bakış açısıyla kararlar üzerinden aktarılmıştır.

Son olarak, suçun muhakemesine ilişkin “zamanaşamı” “görev” “yetki” konularına değinilerek çalışmaya son verilmiştir.

Ayrıca çalışmada yer alan her konu başlığı altında, doktrindeki farklı görüşlere yer vermeye ve ilgili Yargıtay kararları üzerinden örneklemeye özen gösterilmiştir.

 

 

I. TANIM

Mülga TCK’nın 455. maddesinde taksirle adam öldürme, failde adam öldürme kastı bulunmaksızın tedbirsizlik veya dikkatsizlik (özensizlik) yahut meslek ve sanatta acemilik ya da nizamlara ve emir ve talimatlara riayetsizlik ile bir kimsenin ölümüne sebebiyet verilmesi olarak tanımlanmıştır.

5237 sayılı TCK’da ise tanım yapılmamış ve ilgili suçu düzenleyen 85. maddede taksirle öldürme kavramı, “taksirle insan ölümüne neden olmak” şeklinde ifade edilerek taksiri tanımlayan kanunun 22. maddesine bir nevi gönderme yapılmıştır. Söz konusu gönderme nedeniyle suçun tanımını yapabilmek için 22. madde tanımlanan taksir kavramına bakmak gerekmektedir.[1]

Söz konusu maddede taksir, “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir.” Bilinçli taksir ise “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi hali” olarak tanımlanmıştır.

Mezkur tanımlardan ve çalışmamızın birinci bölümünde yapılan açıklamalardan yola çıkarak taksirle öldürme suçunun tanımını, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek veya neticenin öngörülmesine karşın istenmeyerek kişilerin ölümüne sebep olmak şeklinde yapmak mümkündür.[2]

II. GENEL OLARAK

Taksirle öldürme suçunu düzenleyen 85. madde, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun özel hükümler kitabında, kişilere karşı suçlara ilişkin ikinci kısmının hayata karşı suçlar başlıklı birinci bölümünde düzenlenmiştir. Madde göre;

“Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 455. maddesinde yer alan düzenlemeye göre ise;

“Tedbirsizlik veya dikkatsizlik veya meslek ve sanatta acemilik veya nizamat, ve evamir ve talimata riayetsizlik ile bir kimsenin ölümüne sebebiyet veren şahıs iki seneden beş seneye kadar hapse ve 250 liradan 2.500 liraya kadar ağır para cezasına mahkum olur.

Eğer fiil birkaç kişinin ölümünü mucip olmuş veya bir kişinin ölümü ile beraber bir veya birkaç kişinin de mecruhiyetine sebebiyet vermiş ve bu yaralanma 456. maddenin 2. fıkrasında beyan olunan derecede bulunmuş ise dört seneden on seneye kadar hapis ve 1.000 liradan aşağı olmamak üzere ağır para cezası ile mahkum olur.

Yukardaki fıkralarda beyan olunan cezalar, kusurun derecesine göre sekizde birine kadar indirilebilir.”

Görüldüğü gibi mülga TCK ile 5237 sayılı TCK’da taksirle adam öldürme suçu farklı şekilde düzenlenmiştir. Yeni düzenlemede taksir kavramı açıklanmaya çalışılmamış ve sınırları çizilmemiştir. Bunun sebebi mülga kanundan farklı olarak 5237 sayılı TCK’nın 22. maddesinde taksirin tanımının yapılmasıdır.

Yine bir diğer fark ise mülga kanunda, ölüm ile birlikte birden fazla kişinin yaralanması halini düzenleyen maddenin ikinci fıkrasında, “yaralamanın belli bir derece olması” şartının yeni kanunda aranmamasıdır. Buna göre, 5237 sayılı TCK’nın 85/2. fıkrasına göre, yaralamanın her türü ölüm ile birleştiğinde ceza artırım sonucunu doğuracaktır.[3]

5237 sayılı Kanun ile getirilen bir yenilik ise 22. maddenin 6. fıkrasıdır. Söz konusu fıkraya göre, mülga kanundan farklı olarak, ceza tayin edilirken suçun neticesi bakımından failin kişisel ve ailevi durumunun göz önünde bulundurulması gerekmektedir.[4]

Ayrıca 765 sayılı Kanun’un 455/3. fıkrasında yer alan düzenlemeye mevcut kanunda yer verilmemiştir. Buna göre, kusurun derecesinin matematiksel oran olarak hesaplanması usulünden (1/8, 2/8 gibi) vazgeçilmiştir. Bunun yerine mevcut kanunda, failin kusuruna göre cezanın belirleneceği belirtilmiştir.[5]

III. KORUNAN HUKUKİ YARAR

Korunmak istenen hukuki yarar insan hayatı yani “yaşam hakkı”dır. Bu hak Anayasa’nın 17. maddesinde koruma altına alınmıştır. Yine, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 3. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. maddesi gibi birçok uluslararası düzenlemede yaşam hakkı korunmaktadır.[6]

Kanun koyucunun yaşama hakkının taksirle ihlal edilmesi halinde dahi cezalandırma yoluna gitmesi, bu hakkın korunmasına verdiği önemi göstermektedir.[7] Yaşam hakkı, diğer tüm hakların kullanılabilmesi için bir ön şart olduğundan diğer haklarının özünü oluşturmaktadır.[8]

IV. MADDİ UNSURLAR

1. Suçun Konusu

Suçun maddi konusunu, başka bir insanın hayatıdır.[9]

2. Suçun Faili ve Mağduru

Taksirle öldürme fiili mahsus suç vasfında değildir. Başka bir deyişle bu suç, normal olarak günlük hayatta sıkça işlenen, fail veya mağdurun herkes olabileceği bir suçtur.[10]

Ancak failin özelliğinin önemli olduğu bir durum TCK’nın 22/6. maddesinde düzenlenmiştir. Söz konusu maddeye göre, fail ile ölen kişi arasındaki bağ ve olayın fail bakımından sonuçları değerlendirilmelidir. Değerlendirilen bu hususlara göre, ortaya çıkan neticeden failin mağdur olduğu anlaşılıyor ise faile ceza verilmeyecek veya cezası indirilecektir.[11]

Suçun mağduru ise ancak “hayatta olan insan” olabilir. Fiziki özellikler, dil, din, ırk, cinsiyet ve sağlık durumunun suçun oluşmasına etkisi bulunmamaktadır. Yaşayan canlının “insana benzememesi” veya “hilkat garibesi” olması durumunda da suç oluşacaktır.[12]

Suçun işlendiği anda mağdurun hayatta olması gerekmektedir. Bu durumda, mağdur canlı doğmalı, ana rahminden tamamen ayrılmalı ve suça sebebiyet veren hareketin yapıldığı sırada yaşıyor olmalı yani bir anlık bile olsa nefes almalıdır. Bebek doğmadan, anne rahminden ayrılmadan ona yapılan eylemlerde mağdur çocuk değil annedir ve böyle bir durumda taksirle öldürme suçu değil, çocuk düşürme veya düşürtme suçları oluşacaktır.[13] Ancak annenin yaralanmasına sebebiyet vermeyen, kasıtlı olmadığı için cenine yönelik olarak da çocuk düşürtme suçunu oluşturmayacak olan eylemlerin cezalandırılması konusunda bir boşluğun varlığı gözükmektedir. Bu nedenle, bu tür boşlukların ortadan kaldırılması için cenine yönelik olan kasıtlı veya taksirli davranışların özel olarak düzenlenmesi yerinde olacaktır.[14]

Mağdurun çok ağır hasta olması veya yaralı olması suçun oluşumunu engellemeyecektir.[15]

“Beyin ölümünün gerçekleşmesiyle” ölüm gerçekleşmiş kabul edilmektedir. 1968 Türk Tabipler Birliği Komite Kararı ile 1969 Yüksek Sağlık Şurası Kararı’nda ve Organ ve Doku Nakli Yönetmeliği Ek 1. maddede ölümün gerçekleştiği an konusunda, beyin ölümü benimsenmiştir.[16]

3. Fiil

Taksirle öldürme suçu, serbest haraketli bir suçtur. Yani hareketin şekli önemli değildir. Yine, taksirli fiil icrai hareketle işlenebileceği gibi ihmali hareketle de işlenebilir.[17]

İhmali davranışla kasten öldürme suçu (md. 83) ile taksirle öldürmenin ihmali davranışla gerçekleşmesi karıştırılabilir. Bu ayrımda, neticeyi önlemek için hukuki bir yükümlülüğün var olup olmadığına bakılmalıdır.[18] Soyut bir ahlaki yükümlülüğün varlığı, ihmali davranışla kasten öldürme suçu için yeterli değildir. Bu suretle, ölmesi istenmediği halde, bebeğin camları kapalı araba unutularak ölmesi halinde taksirle öldürme; acil olan bir hastaya hekim tarafından müdahale edilmemesi sonucunda hastanın ölmesi halinde ise ihmali davranışla ölüme sebebiyet verilmesi söz konusudur.

İhmal suretiyle icranın (md. 83) söz konusu olabilmesi için suçun kasten işlenmesi gerekmektedir. Taksirli fiilin icrai veya ihmali hareketle işlenmesi ise hareketin yapılış şekli ile ilgilidir. Burada hareketin ihmal suretiyle icra edilmesi söz konusu değildir. İhmali davranışla taksirle öldürme suçunda iradi olan ihmali davranıştır. İhmal suretiyle icra kavramında ise suçu icra etme iradesi bulunmaktadır.[19]

Diğer husus, ihmali hareketin taksirle işlenmesi halidir. İhmali hareket kasten işlenebileceği gibi taksirle de işlenebilir. Örneğin annenin unutarak bebeğine süt vermeyi ihmal etmesi sonucu bebeğin ölmesi halinde, taksirli ihmali davranışla öldürme suçu oluşacaktır.[20]

Netice ile ihmal arasında nedensellik bağını tespit etmek uygulamada zor olmaktadır. Yargıtay ihmal ile netice arasındaki nedensellik bağını bir kararında aşağıdaki şekilde değerlendirmiştir.

“Trafik kazası sonucu hastaneye yaralı getirilen ölenin, görevli doktor ve hemşire olan sanıklar tarafından yeterli kontrol ve muayene ile gelişen klinik bulgulara uygun müdahale yapılmadığından ölmesi olayında, Yüksek Sağlık Şurası raporuna göre de 4/8 kusurlu kabul edilmeleri karşısında; tüm dosyaların Adli Tıp Kurumuna yollanarak, sanıkların savsamalarının olup olmadığı, sanıkların yasal sorumluluklarını yerine getirseler dahi ölümün gerçekleşip gerçekleşmeyeceği konusunda rapor alınıp, ölüm kaçınılmaz ise görevi savsama, ölümde bu savsama etkili ise taksirle ölüme neden olma suçundan hüküm kurulmalıdır.”[21]

Bu suçun oluşabilmesi için taksirli fiil, failin özgür iradesinin ürünü olmalıdır. Ancak fiilin başkası tarafından da gerçekleştirilmesi mümkündür. Böyle bir durumda fiilin gerçekleşmesinde failin kusuru sorgulanmalıdır. Örneğin sarhoş ve ehliyetsiz şahsın kendi aracını kullanmasına izin veren kişinin kusurlu olduğu ve neticeden sorumlu olduğu söylenebilir.[22] Buna karşılık mücerret ehliyetsiz bir şahsa araç kullandırma ile meydana gelen kaza arasında illiyet bağı yoktur.[23]

Son olarak, kasten yaralamanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek derecede hafif olduğu hallerde (md. 86/2) ölüm olayının gerçekleşmesi durumunda, fail taksirle öldürme suçundan sorumlu tutulmalıdır. Diğer bir deyişle, kasten yaralama sonucunda mağdurun ölmesi halinde, neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç hükümlerine göre (md. 87/4) failin sorumlu tutulabilmesi için yaramanın, md. 86’da düzenlenen temel şeklini oluşturacak ağırlıkta olması gerekmektedir. Örneğin karın boşluğuna vurulan bir yumruğun etkisiyle mağdurun ölmesi halinde fail, neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç hükümlerine göre değil, taksirle öldürme suçuna göre sorumlu olacaktır.[24]

4. Netice (Mağdurun Ölmesi)

Taksirli bir suçtan söz edebilmek için, özene aykırı davranışın kanunda tanımlanan neticeye sebebiyet vermesi yani taksirli davranışın bir insanın ölümüne neden olması gerekmektedir. Bir başka anlatımla, bu tür suçlarda netice meydana gelmemişse, kişinin teşebbüsünden dolayı cezalandırılması mümkün değildir. Zira teşebbüs ilişkin kurallar ancak kasten işlenen suçlarda uygulanır.[25]

5. Nedensellik Bağı

Birinci bölümde, “taksirin unsurları” başlığı altında nedensellik bağına değinildiğinden, bu bölümde tekrara girmemeye özen gösterilmiştir. Bu nedenle, ilgili iki başlığın birlikte değerlendirilmesi yerinde olacaktır.

Gerçekleşen ölüm neticesi ile failin objektif dikkat ve özen yükümlülüğünü ihlal eden davranışı arasında nedensellik bağı bulunmalıdır. Mağdurun ölümü, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılığın sonucu olmalıdır.[26]

İhmali davranışla ölüme sebebiyet verilmesi durumunda nedensellik bağının tespiti daha zordur. İtalyan öğretisine göre, netice muhtemelen gerçekleşmezdi denilebiliyorsa ihmal ile netice arasında nedensellik bağı vardır. Alman öğretisinde ise ihmal edilen davranışın yapılması durumunda neticenin meydana gelmeyeceğinin kesine yakın olması aranmaktadır.[27]

Dikkat ve özen yükümlülüğü ihmali davranışla ihlal edildi ise değerlendirme, doğal anlamda bir nedensellik bağı açısından değil, objektif isnadiyet açısında yapılmalıdır. Hemşirenin, hastanın serumuna karıştırması gereken ilacı unutarak katmaması ve hastanın ölmesi durumu örnek olarak gösterilebilir. Burada nedensellik bağına ilişkin değerlendirmenin normatif olarak yani objektif isnadiyet alanında yapılması gerekmektedir.

Ayrıca, ister icrai ister ihmali davranışla ölüm neticesinin meydana gelmesi halinde, failin sorumlu tutulabilmesi için ölüm neticesinin failin fiilinin eseri olması gerekmektedir. Başka bir deyişle, neticenin faile objektif olarak isnad edilmesini engelleyen bir neden bulunmamalıdır.[28]

Fail dikkat ve özen yükümlüğüne uygun davransaydı netice gerçekleşmeyecekti denilebiliyorsa netice faile isnad edilebilir.[29]

Örneğin (A), yolda hızlı seyrederken, intihar amacıyla aniden önüne atlayan yaya (B)’nin ölümüne yol açıyor. (A), trafik yükümlülüğüne uygun davranmış olsaydı bile (B)’ye çarpacaktı. Bu durumda ölüm (A)’nın yükümlülüğe aykırı davranışından kaynaklanmamıştır ve (A)’ya objektif olarak isnad edilemez. Yine fren tutmaması, lastik patlaması, teknik arıza gibi sebeplerle meydana gelen trafik kazalarında, failin aracın bakımını yaptırıp yaptırmadığı incelenmelidir. Eğer bakım yaptırılmadığı için bu arızalar oluşmuşsa, trafik kazası sebebiyle meydana gelen netice failin taksirinin sonucudur ve ona yüklenebilir. Fakat bakım yapılmış ya da yapılmamış olsa bile aynı arıza meydana gelecek idiyse, netice kaçınılabilir değildir. Artık ceza hukuku anlamından bir kaza/tesadüf söz konudur fail sorumlu tutulamaz.[30]

Neticenin faile objektif olarak isnad edilmesi için öncelikle neticenin öngörülebilir olması gerekmektedir. Ölüm neticesi olağan dışı, alışılmadık, günlük hayat tecrübelerinin dışında görülüyorsa öngörülebilir değildir.

Neticenin öngörülebilir olup olmadığı somut olay göz önüne alınarak belirlenmelidir. Bu belirlemede, çağdaş iş bölümü, uzmanlaşma ve bilgi standardı farklılıkları yanında, bireylerin eğitim, yaş, bedensel durum gibi özellikleri de dikkate alınacağından öngörülebilirlik kavramının tespiti göreceli bir nitelik taşıyacaktır. Çünkü taşıdığı özelliklere göre bir fail açısından öngörülebilir olduğu kabul edilen durum, başka bir fail açısından böyle kabul edilmeyebilir.[31]

Yargıtay’ın öngörülebilirlik ve nedensellik bağı konusunda aşağıdaki şekilde kararları mevcuttur.

“Sanığın köy yaşantısı koşulları içinde çamaşır yıkamak için kaynar suyu odadaki leğene boşaltıp banyoya gittiği sırada 10-11 aylık çocuğun sıcak su dolu leğene düşerek vücudundaki yanıklar sebebiyle ölümüne neden olduğu olayda, olayı gerçekleştiği çevrenin sosyo ekonomik yapısı, sanığın eğitim ve kültür düzeyi ile meşguliyeti sonucu öngörmemesi ve yaşamlarına aykırı bir eylemin söz konusu olmaması dikkate alındığında kendisine kusuru izafe edilmeyecektir.”[32]

 “Ölenin trafik kazası sonucu düzenlenen geçici raporunda bacağının kırıldığı, ancak hayati tehlikesinin bulunmadığı, ölü muayene raporunda da bacaktaki kırığa bağlı yağ ambolisi sonucu kardiyak arest sonucu ölümün meydana geldiği belirtildiği cihetle, yaralamaya sebebiyet veren sanığın kusurlu hareketi ile ölüm arasında doğrudan doğruya bir illiyet bağı bulunup bulunmadığı Adli Tıp Kurumu ilgili ihtisas dairesinden sorulup mütalaa alındıktan sonra sonucuna göre uygulama yapılması gereken noksan soruşturma ile yazılı şekilde hüküm tesisi, bozmayı gerektirmiştir.”[33]

“Üniversitesinin açık spor tesisleri içinde bulunan basketbol sahasında tamirat ve tadilat yapıldığı, sanığın bu sahaya elektrik direği dikmek, elektrik tesisatı çekmek ve basket sahasının yan kenarlarına kanal döşeme işlerini üstlendiği, keşif üzerinden üniversite ile anlaşma imzaladığı, basketbol potalarından birinin eğildiğinin üniversite idaresinin tespiti üzerine, sanıktan şifahi olarak potanın tamirinin istendiği, sanığın keşif bedeline ilişkin sözleşmeye dahil olmayan bu tamir işini üstlendiği ve tamiratı yapacağını idareye bildirdiği, olaydan önce potayı kontrol ettiği, tamamen eğilmediğini ve pota demirinin kırılmadığını gördüğü, kaynak elemanı ve kaynak tamirat makinesi gerektiğinden tamiratın o anda yapılamadığı, potanın arızalı olduğunu belirtmek ve desteklemek amacıyla demir bir boru ile potayı desteklediği ve olay yerinden ayrıldığı cumartesi günü yağmur nedeniyle işlemin yapılamadığı, 14.4.2002 tarihli olay ve yeri görgü tespit tutanağına göre etrafı telle çevrili olan basketbol sahasının iki giriş kısmına ‘tadilat dolayısıyla basketbol sahasına girmek yasaktır’ levhası konulmuş olmasına rağmen, 1984 doğumlu olup olay tarihinde 18 yaşlarında olan ölenin ikaz levhalarına aldırmayarak sahaya girdiği, sağlam başka potalar olduğu halde demirle desteklenen eğik potaya asılarak daha fazla eğmek isterken demir potanın yıkıldığı ve altında kaldığı şeklinde gelişen olayda;

Sanığın potayı tamir etmek için üniversite ile bir sözleşme yapmadığı, yardım amacıyla işi üstlendiği olaydan öncede potayı kontrol ettiği ve kaynak işi yapılıncaya kadar önlem amacıyla potayı demir ile desteklediği ve basketbol sahasının tadilat nedeniylede kapatıldığı dikkate alındığında, sanığın alabileceği başka bir önlem olmadığı, bu nedenle ölüm ile sanığın eylemi arasında uygun illiyet bağı bulunmadığı…[34]

Taksirle öldürme, iki otomobilin çarpışmasında beş kişinin ölmesi olayında olduğu gibi birkaç kişinin hareketinin birleşmesi sonucu meydana gelebilir. Bununla birlikte, birden fazla neden ölüm neticesini ortaya çıkarmış olabilir. Böyle bir durumda TCK’nın 22/5. maddesi uyarınca herkes kusurundan dolayı sorumlu olur. Her failin cezası, zararlı neticenin meydana gelmesine katkısına göre ayrı ayrı belirlenir. Ağır taksirli olana fazla, hafif taksirli olana az, çok hafif taksirli olana daha az bir ceza verilecektir.[35]

Örneğin trafiğe açık ve işlek anayol üzerinde bulunan binanın yıktırılması işini üzerine alan müteahhit, yoldan geçenlerin zarara uğramaması için binan çevresine tahta perde kurmaması ve çalışan 2 işçinin de dikkatsiz bir şekilde söktükleri kalası aşağıya atamaları neticesinde yoldan geçen bir kişinin öldüğü olayda herkes kendi taksirli fiilinden dolayı, kusuruna göre sorumlu tutulacaktır.[36]

Yine belediye ekiplerince, temizlik sonrası yol kenarındaki rögar kapağının açık unutulmuş, yolda seyir halinde olan araç şoförü ise rögar kapağına çarpmamak için direksiyonu sağa sola kırmış ve neticesinde bir başkasına çarparak ölümüne sebep olmuştur. Bu örnekte belediye görevlileri rögar kapağını kapatmamalarından kaynaklanan kusurundan dolayı cezalandırılacak, şoför ise kendi kusuru varsa cezalandırılacak, kusuru yoksa cezalandırılmayacaktır.[37]

V. MANEVİ UNSUR

Taksirli suç failinin ceza sorumluluğunun doğabilmesi için, taksirli suç failinin de kasten işlenebilen suçlarda olduğu gibi kınanabilmesi gerekir. Fiilin kamu vicdanı tarafından kınanabilirliğinin veya kusurlu hareket sayılmasını sebebi özen göstererek vermeye bileceği bir neticeye sebebiyet vermesidir.[38]

Taksirle öldürme suçunun manevi unsuru taksirdir. Taksirle insan öldürmede, kasten insan öldürmeden farklı olarak, failde ölüm neticesine yönelik doğrudan veya olası kast bulunmamaktadır. Fail, burada objektif özen yükümlülüğüne aykırı hareket etmesi nedeniyle öngörülebilir ve önlenebilir ölüm neticesini öngörmediği için, gerçekleşen ölüm neticesinden dolayı sorumlu tutulmaktadır.[39]

Taksirle öldürme suçunda failin kınanabilmesi için kusur yeteneğine sahip olması gerekir. Kusur yeteneğine sahip olmayan bir kişinin, taksirli eyleminden dolayı sorumlu tutulması ve cezalandırılması mümkün değildir.[40]

Taksirin bilinçsiz ya da bilinçli olmasının suçun oluşması bakımından bir önemi yoktur.[41] Yargıtay’ın kararına göre, yalnızca sürücü belgesiz veya alkollü araç kullanma veya salt hız sınırının aşılması başlı başına suçun bilinçli taksirle işlendiğini göstermemektedir.[42] Yargıtay “somut olayın gerçekleşme biçimini” değerlendirerek olayda bilinçli taksirin olup olmadığını saptamaktadır.[43]

“Geceleyin meskun mahalde hız sınırları üzerinde ve alkollü olarak seyretmekte olan sanığın, araç üzerindeki haskimiyetini yitirerek 18 metre fren iziyle sola yönelip orta refüjde 20 metre sürtünme izi bırakacak şekilde ilerledikten sonra burada bulunan palmiye ağacını devirip girdiği diğer yolda devrilip sürüklenerek 60 metre ilerledikten sonra durabilmesi şeklinde gelişen eyleminin bilinçli taksir altında işlendiği ve tayin olunan cezanın bu sebeple artırılması gerektiği gözetilmelidir.”[44]

Ancak Yargıtay kırmızı ışıkta geçmeyi, bilinçli taksirin varlığı için yeterli görmektedir.[45]

“Sanığın, ışıklı kavşakta kendisine kırmızı ışık yanarken geçip katılan yayaya çarpması şeklinde gelişen olayda, bilinçli taksirin koşullarının oluştuğu…”[46]

Sürücü belgesiz ve alkollü olan sanığın aşırı hızla seyri sırasında aracın hakimiyetini kaybederek, yaya kaldırımına çıkması ve oradan da savrulmak suretiyle, elektrik direğine ve lise binasına ait demir parmaklıklara çarparak durması şeklinde gelişen olayda bilinçli taksirin koşulları gözetilmeden…”[47]

“Dosyanın kapsamına göre sanığın süratli araç kullanıp araca hakim olamayarak karşı şeride geçip, şeridinde seyreden otomobille çarpışması sonucu tam kusurlu hareketi ile üç kişinin ölümüne neden olması şeklinde gerçekleşen eyleminde, bilinçli taksirin koşullarının oluşmadığı gözetilmeden…”[48]

Ayrıca bazı kararlarda, alkollü araç kullanma veya kırmızı ışıkta geçme fiillerinde olası kastın varlığına hükmedilmiştir. Yargıtay 1. Ceza Dairesi benzer olaylarda olası kastın varlığına işaret ederken, 9. Ceza Dairesi bilinçli taksirin varlığını kabul etmektedir.[49]

Kusurluluğun matematiksel olarak ifadesi mümkün değildir. Kusurluluk değerlendirmesi hakim tarafından yapılacaktır. Matematiksel olarak belirlenmemesine karşılık taksire dayanan kusurluluğun uygulamada kolaylık sağlaması amacıyla; “ağır taksir”, “hafif taksir” ve “çok hafif taksir” olmak üzere üç bölüme ayrılarak incelenmesi olanaklı kabul edilmektedir. Ancak bu sınıflama taksire dayanan kusurun kesin hatlarla ayrılması anlamında değildir. Sınıflandırmanın amacı TCK’nın 61. maddesi mucibince cezanın tayininde ölçüt olarak kullanılmasıdır.[50]

Taksir dolayısıyla kusursun belirlenmesin normatif bir değerlendirme mümkün olmakla birlikte, somut olayda dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlal edilip edilmediğinin belirlenmesi bakımından, çözümü teknik ve özel bilgiyi gerektiren konularda bilirkişi incelemesi yapılabilir.

Ancak bilirkişinin yapacağı inceleme işin tekniği ile sınırlı olmalıdır. Bunun dışında bilirkişi tarafından münhasıran hakimin yetkisinde bulunan kusurluluk konusunda herhangi bir değerlendirme yapılmamalıdır. Aksi yönde tutum bilirkişilik görevinin sınırını aşmayı ve hakimin yerine geçmeyi ifade eder.[51]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

A. TAKSİR

B. GENEL OLARAK TAKSİR KAVRAMI ve ESASI

Taksir soyut olarak bir kusurluluk değil; haksızlığın, bir başka deyişle suçun gerçekleştiriliş biçimidir.[52] Taksirle gerçekleştirilen davranışın haksızlık unsurunu, objektif dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlali oluşturmaktadır.[53]

Taksir, kast ile karşılaştırıldığında kusurluluğun daha hafif bir türünü oluşturmaktadır. Bu nedenle kanun koyucu, taksirli suçlar için kasıtlı suçlara göre daha hafif müeyyideler öngörmüştür.[54]

Yasa koyucu, fertlerin daha dikkatli davranmalarını, hukuk nizamını ihlal etmemek hususunda daha büyük gayret sarf etmelerini sağlamak gayesiyle, toplum düzenini yakından ilgilendiren zararlı veya tehlikeli neticeleri yaptırıma bağlamaktadır. İşte bu neticelere tedbir ve özen yükümlülüğüne aykırı davranışlarla sebebiyet veren kimse, diğer şartlarda varsa taksirli suçtan sorumlu olur.[55]

765 sayılı Mülga TCK’nın taksirli suçlara ilişkin çeşitli maddelerinde, taksir kavramına değinilmişse de; taksire dair ayrı madde bulunmamaktaydı. 5237 sayılı TCK’nın getirdiği yeniliklerden biri, kanunun 22. maddesinde ayrı bir madde başlığı ile taksirin düzenlenmesi ve tanımının yapılmış olmasıdır.[56] Söz konusu maddenin birinci fıkrası gereğince taksirle işlenmiş bir fiilin cezalandırılabilir olması için kanun maddesinde suç tanımlanırken bunun açıkça belirtilmiş olması gerekmektedir. Bu durum söz konusu fıkrada, “taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hallerde cezalandırılır” şeklinde ifade edilmiştir. Anlaşılacağı üzere taksir sorumluluğu, istisnai bir sorumluluk türüdür.[57]

Taksir, neticenin fail tarafından öngörülebilir, tahmin edilebilir olduğu halde öngörülmemesi (bilinçsiz taksir, şuursuz taksir, basit taksir) şeklinde ortaya çıkabileceği gibi, neticenin öngörüldüğü halde istenmemesi şeklinde de (bilinçli taksir) ortaya çıkabilir.[58]

TCK’nın 22/2. fıkrasında taksir, “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi” şeklinde tanımlanmıştır.

Bilinçli taksir ise aynı maddenin 3. fıkrasına göre, öngörülen neticenin istenmemesine karşın meydana gelmesi halinde ortaya çıkacaktır.

Buna göre taksir, kişinin kendisinden beklenen ve göstermek zorunda olduğu özeni göstermemek suretiyle suç tipinde belirtilen neticenin, kişinin istememesine karşın gerçekleşmesi halidir. Gereken özenin gösterilmesi halinde neticenin gerçekleşmeyeceğinden söz edilebiliyorsa taksirin varlığı söz konusudur.[59]

Başka bir tanımla ise taksir, failin dikkat ve özen yükümüne aykırı davranması nedeniyle neticeyi öngörememesi sonucu, icra veya ihmal şeklinde gerçekleşebilen bir eylemi iradi olarak işlemesidir.[60]

Taksir açıklanırken sadece neticenin göz önüne alınması yetersiz kalacaktır. Zira suçun kanuni tanımında yer alan bütün unsurlar bakımından da taksir kavramının mütalaa edilmesi mümkündür.[61]

Örneğin Yargıtay Ceza Genel Kurulunun bir kararında, yorgun olarak eve gelip aydınlık olan dış ortamdan karanlık olan ev ortamına giren sanığın, sincaplarla ilgili olarak daha önceden meydana gelmiş olan olayların etkisiyle, pencerenin önünde hareket eden canlıyı sincap zannedip gerekli dikkat ve özeni göstermeden av tüfeğiyle ateş etmek suretiyle pencerenin önünde duran kardeşini vurduğu olayda, taksirle hareket edildiği kanaatine varılmıştır.[62] Görüldüğü üzere kararda, suçun konusu bakımından taksir kavramı mütalaa edilmiş ve öldürülen canlının bir insan olduğu hususunda taksirle hareket edildiğine karar verilmiştir.

Yargıtay’ın bir diğer kararında taksirin tanımı yapılmış ve “bir kimsenin iradi bir hareketi sonucu, öngörülmesi mümkün ve zorunlu olan, fail tarafından istenmeyen sonucun gerçekleşmesi” şeklinde ifade edilmiştir.[63]

 

C. TAKSİRİN UNSURLARI

Öğretide[64] taksirin unsurları;

1- Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması

2- Hareketin iradi olması

3- Dikkat ve özen yükümlülüğünün yerine getirilmemesi

4- Neticenin öngörülebilir olması

5- Neticenin istenmemesi

6- Hareketle netice arasında uygun nedensellik bağının bulunması şeklinde belirtilmiştir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun E:2013/12-371 K:2016/39 T:26.1.2016 sayılı Kararı’nda, önceki Ceza Genel Kurul kararlarına[65] atıf yapılmış ve taksirin unsurları, 3. madde haricinde, bu şekilde sayılmıştır.

1. Fiilin Taksirle İşlenebilen Bir Suç Olması

Kural, suçların kasten işlenmesidir. Herhangi bir suçu düzenleyen madde metninde fiilin kasten işlenebileceği açıkça belirtilmese dahi o suçun kasten işlenen bir suç olduğu kabul edilir. TCK’nın 21/1. maddesi uyarınca, taksir istisnai bir kusurluluk şekli olup taksiri nedeniyle bir kişinin sorumlu tutulabilmesi için o fiilin taksirle işlenebileceğinin kanunda açıkça belirtilmesi lazımdır.[66]

Örneğin görevi kötüye kullanma, rüşvet, hırsızlık gibi suçlar kanunda taksirli işlenebileceğine dair hüküm bulunmadığından yalnızca kasten işlenebilir. Taksir, kastın hafif hali olmayıp birbirinden bağımsız olarak düzenlendikleri için kasten işlenen tüm suçların taksirle de işlenebileceği kabul edilemez.[67]

2. Hareketin İradi Olması

Kasttaki irade unsuru hem hareketi hem de sonucu kapsarken taksirde yalnızca hareketi kapsamaktadır. Yani hareketin iradiliği unsuru, failin neticeyi meydana getiren hareketi bilerek ve isteyerek gerçekleştirmesi anlamına gelmektedir.[68]

Taksirli suçların icrai hareketle işlenebileceği açık olup ihmali hareketle işlenmesi hususu doktrinde tartışmalıdır. Zira taksirli ihmal suçlarında hareketin iradiliğini belirlemek zordur.[69] Ancak taksirli suçların esasını oluşturan, özen yükümlülüğüne aykırı davranma, aynı zamanda özen yükümlülüğüne aykırı davranma yükümünün ihmali anlamına geleceğinden taksir ve ihmal kavramları iç içedir. Fail, görev ve yükümünü yerine getirmeyi reddetmek suretiyle iradi olarak ihmalde bulunmaktadır. Örneğin bir annenin önlenebilir bir neticeyi istemeden ve özene aykırı olarak engellememesi halinde ihmali hareketle taksirli suç işlenebilir.[70]

Ayrıca, hareketin iradiliğinden söz edebilmek için failin başka türlü hareket etme olanağının bulunmuş olması şarttır. Mücbir sebep veya tehdit gibi zorunlu olarak hareket edilen durumlarda iradi hareketten söz edilemez.[71]

3. Dikkat ve Özen Yükümlülüğünün Yerine Getirilmemesi

Dikkatsizlik, olumlu bir harekette bulunulması suretiyle gösterilmesi gereken özenin gösterilmemesidir. Fail, olumlu davranışı gerçekleştirseydi ölüm olayı olmayacaktı denilebilen durumlarda dikkatsizlikten söz edilir.[72]

Özen yükümlülüğüne aykırılık ise, belirli bir neticenin meydana gelmesine engel olabilecek tedbirleri almamak suretiyle ihmali tutum sergilemedir.[73]

Dikkat ve özen yükümlüğüne aykırılık bir yasağın ihlali şeklinde icrai bir hareketle olabileceği gibi bir emrin yerine getirilmemesi şeklinde ihmali bir hareketle de gerçekleşebilir.[74]

Dikkat ve özen yükümlülüğünün kaynakları hukuki normlar ve ortak deneyimlerdir.[75] Failin dikkat ve özen yükümlülüğünün mutlaka yazılı davranış kurallarından kaynaklanması gerekmez. Bir hukuk normundan, sözleşmeden, failin yürüttüğü meslek kurallarından veya öngörülen bir davranıştan kaynaklanabileceği gibi hekimlerinde durumunda olduğu üzere, failin özel bilgi ve yetenekleri de göz önünde bulundurulabilir.[76] Yine toplum halinde yaşama sırasında uyulması gereken ve ortak hayat tecrübelerinden kaynaklanan kimi davranış biçimleri de bu kurallar arasında yer alır. Örneğin, tabancasını dolu halde ve açıkta bırakan baba, çocuğunun onu alıp başkasını öldürmesi olayında kusurlu davranmış olacaktır. Zira her insan başkasına zarar verebilecek bir maddeyi veya vasıtayı açıkta ve tedbirsiz bir biçimde bulundurmaması gerektiğini bilmek zorundadır.[77]

Dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık, tehlikeyi gidermeye yönelik normlara aykırılık ve ruhsat kurallarına aykırılık şeklinde gerçekleşebilir. Ancak salt ruhsat kurallarına aykırılık, failin taksirine karine teşkil etmez. Örneğin ehliyetsiz olarak araç kullanan şoförün, yayanın kusuru sonucu zararlı neticeye sebep olması halinde, sırf şoförün ehliyetsiz olması onun taksirli hareket ettiğini göstermeyecektir.[78]

Dikkat ve özen yükümlülüğünün belirlenmesi için trafik kuralları, iş yeri güvenliği kuralları gibi çok sayıda değişik yazılı davranış normlarından yararlanılabilir. Bu kuralların ihlali, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılığın belirtisi olarak kabul edilse de her durumda taksirin varlığı için yeterli değildir. Ancak sırf bu kurallara uygun davrandı diye de failin taksirli olmadığı yönünde sonuca varılamaz.[79]

Dikkat ve özen yükümlülüğüne ilişkin objektif kuralların bulunmaması durumunda, failinde içinde bulunduğu sosyal gruba mensup bulunan orta zeka düzeyinde kişi ya da kişilerin model alınması ve sübjektif sorumluluğun bu kişilerin yaşayışı, sosyal ortamları ve taşımakta oldukları sorumlulukları, ortak deneyimleri gibi ölçütlere göre belirlenmesi gerekir.[80]

Ancak dikkat ve özen yükümlülüğünün belirlenmesinde failin kişisel yetenekleri göz önünde bulundurulmaksızın objektif esastan hareket edilir.[81] Başka bir deyişle, dikkat ve özenin ölçüsü, “objektif” açıdan olayın özelliklerine ve “sübjektif” açıdan failin bilgi ve yeteneklerine göre belirlenir.[82] Yükümlülük objektif esaslara göre belirleneceğinden, ortalama bir insanın failin yerinde olsaydı, tehlikeden kaçınabilmek için nasıl hareket edeceğine bakılmalıdır. Ancak fail ortalamanın üzerinde bir bilgiye sahipse neticeyi engellemek için bu bilgi ve tecrübesini kullanmak zorundadır.[83]

Yargıtay’ın konu hakkında, aşağıdaki şekilde verilmiş kararları bulunmaktadır.

“Su bulunmayan köyde açılan kuyunun üzerinin kapakla kapatılmayıp, çalı çırpı ile örtülmesinin mutad olduğu anlaşılmasına göre, tedbirsizlik yoktur.”[84]

“Sekiz çocuklu sanığın iki yaşındaki çocuğunun altı ve dokuz yaşlarındaki iki kardeşi ile evleri civarında oynarken hayvanların su içtiği oluğa düşüp boğularak ölmesinde köy şartlarına göre kusurlu kabulüne imkân yoktur.”[85]

“Köy yaşantısı koşulları içinde diğer işler ile meşgul olan sanık, mutfakta yemek yaparken diğer odada çocuklar ile oynayan ölenin, tavandan düşerek ölümü ile sonuçlanan olayda, olayın gerçekleştiği çevrenin sosyo-ekonomik yapısı, sanıkların eğitim ve kültür düzeyleri ile meşguliyetleri yaşamlarına aykırı bir eylemlerinin söz konusu olmaması dikkate alındığında kendilerine kusur yüklenemez.”[86]

Muhtemeldir ki, Yüksek mahkemenin yukarıdaki kararları vermesindeki sebep, çocuğunu kaybeden ailenin daha fazla mağduriyet yaşamasını istememesidir. Zira kararların verildiği tarihte yürürlükte olan 765 sayılı TCK’da, 5237 sayılı TCK’nın 22/6. fıkrası[87] gibi bir hüküm bulunmamaktaydı. Dolayısıyla Yargıtay bu durumu, dikkat ve özen yükümlülüğünün belirlenmesi ölçütünü kullanarak yumuşatma yolunu tercih etmiştir.[88]

Ayrıca Yargıtay, failin sadece hangi hareketin hatalı olduğunu değil, somut olayda ölüm neticesine engel olabilmek için hangi hareketin ne biçimde yapması gerektiğinin de belirtilmesini istemiştir.[89]

“Mahalli örf ve göreneğe göre alınması mümkün ne gibi tedbir olduğu tespit edilmeden mahkumiyet kararı verilmesi yolsuzdur.”[90]

“Dikkat ve özen yükümlülüğüne uygun davranılsaydı bile netice meydana gelecekti” denilebildiği durumlarda taksirden söz etmenin mümkün olup olmadığı doktrinde tartışılmıştır. Bir görüşe göre, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranışın varlığı halinde, bu yükümlülüğe uygun davranılsaydı dahi netice gerçekleşecekti şeklinde bir mantıkla sorumluluktan kurtulmak mümkün değildir.[91] Ancak başka bir görüşe göre, bir kimse gerekli özen yükümlülüğüne uygun davransaydı bile bu sonucun meydana geleceğini ispatlayarak taksir sorumluluğundan kurtulabilir.[92] Örneğin bir kez reçeteli olarak ilaç kullanılmış, ikinci seferde ise eczacı tarafından ilaç reçetesiz verilmiş ve ilacı kullanan ölmüştür. Hekim, kendisine başvurulmuş olsaydı ilacı yazmada tereddüt etmeyeceğini belirtmiş ise artık eczacının taksirinin bulunmadığı kabul edilmelidir.[93]

Yargıtay’ın da özen gösterilseydi neticenin meydana gelip gelmeyeceğinin sorgulanmasını istediği kararları mevcuttur:

“Geriye hareket eden kamyonun sağından sol tarafına ve evine doğru koşmakta olan çocuğun kamyonun diferansiyeline çarpması sonucu ölmesi olayında, şoförün kamyonun arka tarafını bir muavin vasıtasıyla kontrol ettirmiş olsa dahi çocuğun sürati, geliş gidiş istikameti ve arabaya olan mesafesi ve sair durumlar itibariyle bu çarpılmayı önleyip önleyemeyeceği, en tedbirli kişi için dahi neticenin kaçınılmaz olup olmadığının araştırılması gerekir.”[94]

4. Neticenin Öngörülebilir Olması

Taksiri kaza ve tesadüften ayıran husus, eylemin sonucunun öngörülebilir olup olmadığıdır. Sonuç her türlü öngörebilme olanağının dışında ve kimse tarafından öngörülemeyecek ise kaza ve tesadüften söz edilebilir ki bu durumda taksirli sorumluluk oluşmaz.[95]

“Öngörülebilir olması” kavramı ile “neticenin öngörülmesi” kavramı birbirinden farklıdır. Zira öngörebilme, failin hareketinin sonuçlarını tahmin edebilme kabiliyetini ifade eder. Neticenin öngörülebilir olması ise, somut olayda neticenin fail tarafından fiilen tahmin edilmesidir. Bu bakımdan neticenin öngörülebilir olması, belirli niteliklere sahip olan failin, somut olayda hareketinin sonuçlarını tahmin edebilmesi imkanı olarak açıklanabilir.[96]

Failin öngörebilme olanağının belirlenmesi bakımından esas alınacak kıstaslar, doktrin ve Yargıtay kararları ışığında şu şekilde sayılabilir:

Failin yaşı, tecrübesi, eğitim ve öğretim durumu, kültür düzeyi, mesleği, ekonomik ve sosyal durumu, kişisel gelişim düzeyi, zeka derecesi, yaşadığı çevrenin koşulları (sosyo- ekonomik yapısı vs.).[97]

Öngörmenin tespiti bakımından esas alınacak olan kişi, failin dışındaki orta kabiliyetli veya failin bulunduğu sosyal gruptan orta kabiliyetli bir kişi değil, “failin bütün kabiliyet ve niteliklerini üzerinde toplamış bir kişidir.” Bu nedenle neticenin öngörülebilir olup olmadığı somut olay ve fail açısından değerlendirilerek tespit edilmelidir.[98]

Konu hakkındaki Yargıtay kararları aşağıdaki şekildedir.

“… bu nedenle öngörülebilir tehlikeye rağmen, yol kenarına çukur açıp hiçbir önlem almayan sanık, tedbirsizce hareket etmiş, maktulün ölümüne neden olmuştur.”[99]

Yaya olarak yoldan geçmeye çalıştığı sırada ölenin kullandığı motosikletin sanığa çarparak motosikletin dengesini kaybedip devrilmesi neticesinde motosiklet sürücüsünün öldüğü olayda sanık hakkında taksirle ölümüne sebebiyet verdiğinden hakkında kamu davası açılmıştır. Yayanın karşıdan karşıya geçerken kendisine motorlu bir vasıtanın çarpacağı ve bu vasıtada bulunanların yaralanacağını öngörebilmesinin kabulü toplumda yaygın olan ortak düşünceye aykırıdır. Bu nedenle taksirin ‘neticenin öngörülebilmesi’ unsuru bu gibi olaylarda gerçekleşmemiştir. Yayaların kusurlu davranışları ile birlikte trafik kazasına sebebiyet vermeleri durumunda sadece sürücüler hakkında kamu davası açılmakta ve sanık olarak bunlar gösterilmektedirler. Adli Tıp Kurumu Başkanlığı yayanın olayda asli kusurlu olduğunu belirtse bile tüm açıklanan bu nedenlerden dolayı sanığın beraati yerine mahkumiyetine karar verilmesi hukuka aykırıdır.”[100]

“Yerel mahkeme 10.03.2003 gün ve 439-93 sayı ile ‘…sanığın, çocuğunu sevmek amacıyla belli bir yüksekliğe fırlattığında pervanenin çocuğuna zarar verebileceğini öngörmesi gerektiği, bu durumun olağan yaşam koşulları ve sanığın ekonomik durumu ile ilgisinin bulunmadığı, somut olayda taksirin tüm unsurlarının gerçekleştiği, kusurluluğu ortadan kaldıran hallerin mevcut olmadığı, sanığın mağdurun annesi olmasının da hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilemeyeceği…’ gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.

Neticenin öngörülebilmesi (tahmin edilebilmesi) ise failin hareketlerinin sonuçlarını tahmin edebilme yeteneğini ifade eder. Bu bakımdan failce neticenin öngörülebilir olup olmadığının belirlenmesi bakımından failin yaş, görgü, meslek vs. gibi niteliklerinin nazara alınmasını zorunlu kılar. Zira öngörülebilmenin imkansız olması durumunda taksirden değil, kaza ve tesadüflerden söz edilebilir.

Öngörebilme olanağının belirlenmesinde nasıl bir ölçüt uygulanacağı hususu uygulama ve öğretide de tartışılmış, failin kişisel niteliklerini göz önünde bulunduran subjektif görüş eğilim kazanmıştır. Bu görüşe göre failin görgüsü, sosyal seviyesi, yaşam tecrübesi, bedeni ve akli hali, zeka düzeyi gibi hususlar öngörme olanağının belirlenmesinde nazara alınacaktır.

Somut olayda, sanık 21 yaşında, dört yıldır gayri resmi evli, okuma yazma dahi bilmeyen ve kırsal kesimde yaşayan bir ev kadınıdır. Sanığın ekonomik ve sosyal durumu, kişisel gelişim düzeyi, yaşı, öğrenim görmemiş olması ve yaşadığı çevrenin koşulları dikkate alındığında, çocuğunu sevip onunla oynayıp şakalaşırken havaya atıp tuttuğu sırada ve hareketli oldukları bir anda meydana gelen olayda açıklanan kıstaslar gereği neticenin öngörülebilir olmaması nedeniyle sanığa atfı mümkün bir kusur bulunmadığından, atılı suçun manevi unsuru oluşmamıştır. Bu itibarla, yerel mahkemenin önceki mahkumiyet hükmünde direnmeye ilişkin kararı isabetsiz olup bozulmasına karar verilmelidir.”[101]

“Sanığın, tanık Yusuf’un dükkanında sekreter olarak çalışan sözlüsü mehtap hakkında söylediği sözler nedeniyle tartıştığı maktulü iteleyerek yere düşürmesi sonucunda Adli Tıp Kurumu İhtisas Dairesinin raporuna göre maktulün, karıştığı olayın efor ve stresinin, kedinden mevcut kalp hastalığını aktif hale geçirmesi ile gelişen solunum ve dolaşım nedeniyle öldüğü, ölüm ile olay arasında illiyet bağı bulunduğu anlaşılmakla… sanığın, maktuldeki kalp rahatsızlığını önceden bilip bilmediğinin araştırılarak sonucuna göre, bildiği tespit edildiği takdirde 5237 sayılı kanunun 22/3, 23 ve 86 maddeleri delaletiyle 85. madde taksirle öldürme suçundan, bilinmediği tespit edildiği takdirde 22/2, 23, 86/2 maddeleri delaletiyle 85. maddesi uyarınca taksirle öldürme suçundan mahkumiyet yerine yazılı şekilde hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir.”[102] Ancak belirtmek gerekir ki, söz konusu Yargıtay kararı Tezcan & Erdem & Önok tarafından eleştirilmiş ve maktulün kalp hastalığını bilmemesinin tespit edilmesi durumunda onu sadece itekleyen failin, ölümden sorumlu tutulmasının kabul edilemeyeceğini belirtilmiştir. Zira mağdurun sağlık durumunu bilmeyen bir kimsenin, mağduru salt iteklemesi durumunda, onun ölümünün öngörülebilir olduğunu söylemek mümkün değildir.

Üç çocuk sahibi olan ve yaşadığı köyde hayvancılıkla uğraşan sanığın evinin önünde 2,5 yaşındaki çocuğuna, bağlı haldeki atın tepmesi sonucu meydana gelen ölüm olayında, kazanın hayatın doğal akışına uymayan ender ve öngörülmez nitelikte olması, olay sırasında ahırda hayvanları ile uğraşması gibi etkenlerde göz önüne alındığında, kusur yüklenmesi olanağı bulunmadığı gözetilmeden beraat yerine yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi… bozmayı gerektirmiştir.”[103]

Neticenin, kaza ve tesadüf olarak nitelendirilmesi için kimse tarafından öngörülmeyecek nitelikte bulunması gerekmektedir. Nitekim Yargıtay tarafından;

“Olay yeri ve kaza ile ilgili olarak düzenlenen kroki nazara alındığında, en sağ şeritten seyreden ve orta kaldırımda mevcut bariyerler sebebiyle, daha sola kaçma imkanı olmayan sanığın; düzenlenen kaza raporunda herhangi bir fren izinden de bahsedilmemesi karşısında, süratli intikal müddeti içinde ani olarak yola çıkan mağdura çarpmamak için alacağı bir önlem bulunmadığınazara alınmış beraat kararı verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.[104]

Yine bir diğer kararda, “sanığın kuş vurmak üzere ayağa kalkarak, tüfeğin horozunu kaldırıp, 1-1,5 metre kadar gerilediği anda, bölgede 50 cm kalınlıkta kar bulunması ve olay yerinin % 30 meyilli bir yamaç olması nedeniyle ayağının kayıp düşmesi sonucunda, horozu kaldırılmış durumda av tüfeğinin ateşlenip karşıda duran kişinin göğsünden vurulmasına yol açtığı olayda, sanığın iradesi dışında ve önüne geçilmesi mümkün olmayan biçimde ayağının aniden kayması sonucu ölümün meydana geldiği ve bunun bir kaza neticesi meydana geldiğideğerlendirilmiş ve fail sorumlu tutulmamıştır.[105]

Yargıtay’ın doktrin tarafından eleştirilen bir kararında, kendisini arabanın önüne atmak suretiyle intihara teşebbüs eden sanığın, sürücünün yaralanabileceğini öngörebilmesinin mümkün olmadığına hükmedilmiştir.[106]

Benzer bir kararda, yayaların trafik kazasına sebebiyet vermeleri durumunda cezai sorumluluklarının olmadığı ifade edilmiştir:

“Yayanın karşıdan karşıya geçerken kendisine motorlu bir vasıtanın çarpacağı ve bu vasıtada bulunanların yaralanacağını öngörebilmesinin kabulü toplumda yaygın olan ortak düşünceye aykırıdır. Yayaların motorlu taşıt sürücülerine zarar vereceklerini, bu nedenle daha fazla basiretli davranmaları gerektiğini bildikleri ve cezalandırılmaları gerektiği kabul edilemez. İntihar etmek için kendisini hızla gelen otomobilin altına atan ve kazaya neden olan şahsın amacı, kendi yaşamına son vermek olup sürücünün yaralanabileceğini de önceden görebileceği söylenemez. Bu nedenle taksirin ‘neticenin öngörülebilmesi’ unsuru bu gibi olaylarda gerçekleşmemiştir.

Bu nedenle trafik kazısına karışan yayanın TCK’nın 85 veya 89. maddeleri gereğince cezalandırılması Ceza Hukukunun vurgulanan bu temel kriterlerine aykırıdır.

Bununla beraber Ceza Genel Kurulunun 21.10.1997 gün ve 1997/99-202 sayılı kararında sürücüler yanında yayalarında sanık olabileceğini kabul eden tek bir kararı bulunsa da Ceza Genel Kurulunun gerek bu karardan önce ve gerekse bu karardan sonraki kararları ile ceza dairelerinin istikrarlı uygulamaları yayaların kusurlu davranışları ile birlikte trafik kazasına sebebiyet vermeleri durumunda sadece sürücüler hakkında kamu davası açılmakta ve sanık olarak bunlar gösterilmektedirler.[107]

5. Neticenin İstenmemesi

Netice, taksirli suçlarda suçun varlığı için en önemli unsurdur. Zira taksirli suçlar teşebbüse elverişli olmadığından, netice yoksa suç oluşmayacaktır.[108]

Taksirin söz konusu olabilmesi için hem bilinçli taksir hem de basit taksir halinde, neticenin istenmemiş olmaması gerekmektedir. Bu unsur, bilinçli taksir ile olası kastı birbirinden ayırır. Neticenin iradi olması halinde ise artık kasttan bahsedilmelidir.[109]

Neticenin öngörülmüş olması ile istenmesi farklı kavramlardır. Netice öngörülse dahi istenmemişse kast değil, taksir söz konusudur. Öngörüldüğü halde neticenin istenmemiş olduğunu tayin etmek kolay değildir. Mahkemenin olaya özgü şartları irdeleyip tartışması gerekmektedir.

Failin, hareketinin neticesini kesin olarak bildiğini ve buna rağmen ulaşmak istediği maksada kavuşmak için neticeyi göze aldığı olaylarda, neticenin de istenmiş olduğu ve olası kastın varlığı kabul edilmektedir.[110]

 

 

6. Hareketle Netice Arasında Nedensellik Bağının Bulunması

Nedensellik bağı (illiyet), hareket ile netice arasındaki maddi ve manevi bağ anlamına gelmektedir.[111] Eğer bu eylem olmasaydı bu sonuç meydana gelmeyecekti ve bu sonuç yapılan eylemin doğal sonucudur denilebiliyorsa nedensellik bağı mevcuttur.[112] İhmal suretiyle icra suçlarında ise gereken hareket yapılsaydı netice meydana gelmeyecekti denildiğinde illiyet bağının varlığı kabul edilmektedir.[113]

Başkalarınca veya tabiat olaylarına bağlı olarak başlatılan hareketler zincirine failin müdahale etmemesi biçimindeki menfi davranış ile netice arasındaki illiyet bağının varlığı için failin bu hususta hukuki yükümlülüğünün bulunması ve failin neticeyi önleyebilme olanağının var olması gerekmektedir. Örneğin denizde boğulan çocuğu kurtarmayan failin menfi hareketi ile netice arasında fiziksel illiyet bulunması yeterli değildir. Burada failin çocuğu kurtarmak konusunda hukuki yükümlülüğü olup olmadığı ve kurtarma olanağının bulunup bulunmadığının araştırılması gerekmektedir.[114]

Yargıtay kararına göre, “taksirli suçlarda nedensellik bağının varlığının kabulü için, failin hareketinden bağımsız bir nedensel serinin sonuca tek başına neden olmaması gerekir. Sonuç tamamen mağdurun kusurlu hareketi yüzünden meydana gelmişse faili bu sonuçtan sorumlu tutma olanağı bulunmayacaktır.[115]

Failin taksirli hareketi ile üçüncü bir kişinin hareketi veya mağdurun hareketi birleşmiş olabilir. TCK’nın 22/5. fıkrası birden fazla kişinin taksirli işlediği suçlarda, herkesin kendi kusurundan dolayı sorumlu olmasını öngörmektedir ve her failin cezası kusuruna göre ayrı ayrı belirlenecektir.[116]

Örneğin bir trafik kazasında sürücü ile yaya veya her iki sürücü de taksirle hareket etmiş olabilir. Bu gibi durumlarda neticenin oluşumu açısından her kişinin taksirli fiili dolayısıyla kusurluluğu bir diğerinden bağımsız olarak belirlenmelidir.[117] Yine birden fazla kişinin katılımı ile gerçekleştirilen ameliyattın ölüm ile sonuçlanması durumunda taksirli suç bakımından suça iştirak kurallarının uygulanması mümkün değildir. Bu durumda her bir kişinin sorumluluğu kendi kusuru göz önünde bulundurulmak suretiyle değerlendirilmelidir.[118]

Failin taksirli bir hareketine mağdurun taksirli hareketi eklenmiş olabilir. Bu durumda taksirler arasında takas yapılmayacak ve fail kusuru oranında taksirli suçtan cezalandırılacaktır. Örneğin mağdurun yaya geçidi olmayan bir yerden yolu kontrol etmeden karşıdan karşıya geçmek istediği esnada, çok hızlı seyreden bir aracın gelerek kendisine çarpması halinde, hem mağdur hem de meskun mahalde aracını çok hızlı olarak kullanan sürücü kendi kusuruna göre meydana gelen neticeden sorumlu olacaktır.[119]

Burada diğer bir ihtimal olarak, mağdurun kusurlu davranışına, failin daha önce yaptığı taksirli bir davranışın neden olmasıdır. Örneğin Yargıtay, failin kurallara aykırı olarak kullandığı araçtan kendisini dışarı atıp yaralanması olayında, sanığın hareketi ile mağdurun yaralanması arasında doğrudan bir nedensellik bağı bulunmadığına karar vermiştir.[120]

 “Belediye nizamlarına aykırı kamyonun süratle sevkedilmesiyle kendisini telaş ve heyecana kaptırarak kamyondan atlayan mağdurun ölümü ile maznunun hareketi arasında doğrudan illiyet rabıtası bulunmadığı gözetilmeden mahkumiyet kararı verilmesi yolsuzdur.”[121]

Yargıtay, taksirli suçlarda, ”uygunluk, elverişlilik ve yeterlilik” koşullarının varlığını ve “neticenin öngörülebilir nitelikte olmasını” aramaktadır. Bu suretle, nedensellik bağının tespitinde Yargıtay tarafından, “uygun ve doğrudan sebep” teorisi, kullanılmaktadır.[122] Örneğin; Sanığın silahla ateş etmesi sonucu panik ortamı yarattığı, bu ortam içinde vukuu bulan trafik kazasında bir kişinin ölümü ile kasti bir suç olan silahla yaralama suçu arasında hiçbir şekilde nedensellik bağının mevcudiyeti söz konusu olmayıp, silahı ile ateş eden sanığın böyle bir neticenin husulünü öngörebileceği düşünülemez. Bu itibarla taksirle ölüme neden olma suçunda açılan davadan beraatı gerekir” denilmiştir.[123]

Bir diğer kararda, “handa çalışan ve misafirleriyle sohbete dalan mağdurun, kapıların kilitlenmesi üzerine kablo teli kullanarak pencereden inmek isterken telin kopması sonucu öldüğü olayda, içerde kimsenin bulunup bulunmadığını kontrol etmeden kapıları kilitleyen, çalışanlarına anahtar vermeyen sanıkların bu davranışları ile ölüm olayı arasında nedensellik bağı bulunmadığına hükmedilmiştir.[124]

Yüksek mahkeme aşağıdaki kararında ise illiyet bağının oluştuğu vurgulanmıştır:

“Sanıkların temel hafriyatı sırasında gereğinden fazla açtıkları çukuru doldurmayarak, su ile dolmasına sebebiyet vermeleri ve bu sudan inşaatta yararlanılması nedeniyle kapatmayı düşünmedikleri, etrafında da başkalarının bu suya girmemesi veya düşmemesi için koruyucu önlem almamaları sebebiyle, 204m² alanında, 1.70-2.00 m derinliğindeki suya iradesiyle de olsa girerek boğulup ölen maktulün ölümü ile sanıkların eylemleri arasında nedensellik bağı bulunmaktadır.”[125]

D. BİLİNÇLİ TAKSİR KAVRAMI ve TAKSİR – BİLİNÇLİ TAKSİR AYRIMI

1. Bilinçli Taksir

TCK’nın 22/3. fıkrasında bilinçli taksirin “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır” şeklindeki tanımı doktrinde eleştirilmiş ve eksik olduğu belirtilmiştir. Buna göre, bilinçli taksirin temel unsurlarından olan, “failin becerisi veya yeteneği dolayısıyla neticenin gerçekleşmeyeceği inancıyla hareket etmesi”ne yer verilmemiştir. Bu nedenle mevcut tanım, olası kast tanımı ile ayırt edilememektedir.[126]

Bilinçli taksirde fail, tipikliğin gerçekleşmesini mümkün görmekte yani öngörmektedir ancak dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı olarak bunun gerçekleşmeyeceğine güvenmiştir.[127] Söz konusu güvenin dayanağı talih, bilgi, tecrübe vs gibi çeşitli etkenler olabilir.[128]

Örneğin, karşıdan bir başka aracın geldiğini ve aralarında kısa bir mesafe bulunduğunu gördüğü ve sollayamadığı takdirde, karşıdan gelen araçla çarpışacağını tahmin ettiği halde kişisel becerisi ve aracın performansına güvenerek önündeki aracı sağlayacağını düşünerek sollamaya çalışan ancak sollamayı tamamlayamayıp aracının karşıdan gelen araçla çarpışmasına sebebiyet veren sürücünün taksiri bilinçli taksirdir.[129]

Bilinçli taksir halinde failin cezası üçte birden yarısına kadar artırılır.

Yargıtay bir kararında, bilinçli taksir halinde neticeyi gören kimsenin, neticeyi meydana getirecek harekette bulunmamakla görevli olduğunu belirtmiştir.

“Taksirden söz edilebilmesi için neticenin öngörülebilir olması gerekli ve yeterli olmasına karşılık, bilinçli taksir halinde failin somut olayda ayrıca bu neticeyi öngörmüş olması da gereklidir.

Gerçekten neticeyi öngördüğü halde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin tehlike hali, bunu öngörmemiş olan kimsenin tehlike hali ile bir tutulamaz; neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun, bu neticeyi meydana getirecek harekette bulunmamakla özellikle görevlidir.[130]

2. Basit Taksir – Bilinçli Taksir Ayrımı

Bilinçli taksiri basit taksirden ayıran özellik, eylemin sonucunun failce öngörülmüş olup olmadığıdır. Basit taksir de netice öngörülmezken, bilinçli taksirde öngörülen netice, dikkat ve özen yükümüne aykırı davranması nedeniyle meydana gelmektedir.[131]

Aşağıdaki Yargıtay kararları ile basit ve bilinç taksir kavramları ve aralarındaki fark daha iyi anlaşılacaktır.

“Sanığın köydeki evine oynamak için daha önce de sürekli olarak gelen, komşu çocuğu olan 3 yaşındaki ölen çocuğun olay günü yine sanığın evine gelip; sanıktan habersiz olarak yatak odasına girip perde arkasında saklı olan dolu, av tüfeğini dipçiğinden sürükleyip salona getirdiğini gören sanığın, eşinin şehirde çalışması ve ayda bir evine gelmesi nedeniyle evinde bulundurduğu tüfeğini çocuğun elinde görünce korkup panikleyerek çocuğun elinden almak isterken tüfeğin ateş alıp çocuğun ölümüne neden olması biçiminde gerçekleşen olayda; sanığın o anki ruh hali, korkup paniklemesi, yaşadığı sosyal çevre bilgi ve kültür düzeyide göz önüne alındığında olayda bilinçli taksirin koşullarının oluşmadığı gözetilmelidir.”[132]

“Tüm dosya içeriğine sanık savunması ve tanık beyanlarına göre, sanığın 84 promil alkollü olarak, kırmızı ışıkta bekleyen araca arkadan çarpması sonucu aracındaki bir kişinin ölümüne neden olması şeklinde gerçekleşen olayda bilinçli taksirin unsurlarının bulunduğu gözetilmeden yazılı şekilde eksik ceza tayini …”[133]

“Motosiklet sürmesi için ehliyeti olmayan ve arkadaşına ait motosikletle meskun mahal yakınlarında, geceleyin, alkollü ve süratli şekilde seyrederken yol içindeki koyun sürüsüne ve sürü içindeki çobana çarparak bir kişinin ölümüne neden olan sanık, aydınlatma olmayan bu yolda karşısına bir araç ya da insan çıkabileceğini ve çarparak onun ölümüne neden olabileceğini öngörmüş, ancak şoförlük yeteneklerine, şansına ve yolun boş olacağı ihtimaline güvenmek suretiyle sonucun gerçekleşmeyeceği yönünde yanlış düşünceyle hareket etmiştir. Buna karşılık, istemediği, ancak öngördüğü sonucun meydana gelmesini engelleyecek olan objektif özen yükümlülüğüne uygun davranmamış, bu bağlamda motosiklet sürmesi için ehliyeti olmamasına ve alkollü olmasına rağmen görüş hakimiyeti dışına çıkacak biçimde motosikleti süratli bir şekilde kullanmıştır. Bu nedenle, meydana gelen ölüm olayında sanığın bilinçli taksirle hareket ettiği kabul edilmelidir. Diğer yandan, suçun “basit taksirle mi”, yoksa “bilinçli taksirle mi” işlendiğinin belirlenmesi açısından, olayda ölenin de kusurlu olup olmamasının hiçbir önemi bulunmamaktadır.”[134]

“Olaydan yaklaşık 6.30 saat sonra 48 promil alkollü olduğu tespit edilen sanığın yerleşmiş Adli Tıp Kurumu uygulamalarına göre alkol oranın her saat %15 oranında azalacağı ve bu oran dikkate alındığında kaza anında 138 promil alkolle tekabül edeceğinin anlaşılması karşısında olayın sanığın savunmalarında belirttiği nedenlerle değil aldığı alkol nedeniyle olduğunun kabulünde zorunluluk bulunmasına karşın yazılı şekilde karar verilerek sanığın eyleminde bilinçli taksirin koşullarının oluştuğunun gözetilmemesi kanuna aykırı …”[135]

“Sanık sürücünün önünde seyreden aracın ani fren yapması üzerine kendisinin de fren tedbirine başvurmasına rağmen kullandığı tankerdeki sıvı yükün etkisiyle duramayıp aracıyla öndeki aracın sol arka köşesine vurması ve kontrolden çıkarak diğer şeride geçtiğinde karşı yönden gelen araçla çarpışması biçiminde gelişen olayda, neticeyi öngöremeyen failin sorumluluğu taksir düzeyindedir. Olayda bilinçli taksirin öngörme koşulu gerçekleşmemiştir.”[136]

“18 yaşından küçük, sürücü belgesiz ve yasal sınırın üzerinde (65 promil) alkol almış failin, polis ihtarına uymayıp, aşırı süratli ve seyir şeridini yanlış kullanmak suretiyle meydana getirdiği kazada bile bilinçli taksirin varlığı kabul edilmiştir.”[137]

“Taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırıcı ölçüt, taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörmemesi, bilinçli taksir halinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır. Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngördüğü halde istenmemiştir. Gerçekten neticeyi öngördüğü halde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri ve bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin tehlikeli hali, bunu öngörmemiş kimsenin tehlikeli hali ile bir tutulamaz. Neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun, bu neticeyi meydana getirecek harekette bulunmamakla yükümlüdür. Somut olayda Denizli il merkezinde çift yönlü olarak kullanılan ve akşam saatleri olması itibariyle de iyice kalabalıklaştığı anlaşılan caddede, yasal sınırı olan 50 km ile gidildiğinde bile sorun yaşanabileceği açıkça ortada iken, saatte 86-92 km arasında bir hızla seyreden sanık, birisine çarparak onun ölümüne neden olabileceğini öngörmüş, ancak şoförlük yeteneklerine, şansına ve yolda geçen insanların kendilerini araçtan koruma yönünde dikkatli davranacaklarına güvenmek suretiyle hiç istemediği neticenin meydana gelmesini engelleyecek objektif özen yükümlülüğüne uygun davranmamış, hızını azaltmamıştır. Bu nedenle meydana gelen ölüm olayında sanığın bilinçli taksirle hareket ettiğinin kabulü gerekir.”[138]

“Suç tarihinde 18 yaşından küçük bir sürücü belgesiz olan sanığın tek yönlü yolda ters yönde seyretmesi sonucu meydana gelen olayda bilinçli taksir ile hareket ettiği gözetilerek…”[139]

“Sanığın yoldaki kasislerden kaçmak için yolu ortalayarak seyrettiğin kabul edilmesi karşısında olayda bilinçli taksir koşullarının bulunmadığı ve tayin olunan cezanın bu nedenle artırılamayacağı gözetilmemesi…”[140]

“Tartışma ortamında sanığın iteklemesi sonucu yere düşen maktulün kendisinde mevcut beyin damar hastalığının olayın efor ve stresi ile birlikte aktif hale geçmesinden gelişen patolojik beyin kanaması sonucu öldüğü olayda, sanırım maktulle 20 yıldır samimi arkadaş oldukları son 1 aydır aynı otel odasında kaldıkları bu itibarla sanığın maktulün beyin hastalığı olduğunu bilip bilmediği araştırılıp kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirlendikten sonra sonucuna göre, bilmesihalinde 5237 sayılı TCK’nın 22, 23 ve 85. maddeleri kapsamında bilinçli taksir sonucu adam öldürme, aksi halde 5237 sayılı TCK’nın 86/2. maddesi aracılığı ile 85. madde maddeleri kapsamında sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeksizin gözetilmeden …”[141]

Sanığın gözlüksüz iken görme derecesi uzman hekim tarafından belirlendikten sonra bunun meydana gelen olay etkisi de değerlendirilerek sonucuna göre hukuki durumunun takdir ve tayini gerektiği gözetilmeden soyut gözlüksüz araç kullanması nedeniyle suçun bilinçli taksirle işlendiği kabul edilerek yazılı şekilde hüküm tesisi …”[142]

E. BİLİNÇLİ TAKSİR – OLASI KAST AYRIMI

Olası kast, kasta göre cezayı hafifleten genel bir nedendir. TCK’nın 21/2. maddesinde olası kast, “kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır” şeklinde tanımlamıştır.

Olası kastta fail, suçun kanuni tanımında yer alan neticenin gerçekleşeceğini öngörmesine rağmen, kabullenerek ve “olursa olsun” diyerek eylemi gerçekleştirmektedir. Bilinçli taksirde ise fail sonucu öngörmesine rağmen oluşmayacağına güven duymakta “bir şey olmaz” düşüncesiyle hareket etmekte, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranmak suretiyle sonucun meydana gelmesine yol açmaktadır.[143]

Olası kastta asıl amaç, fail tarafından o kadar önemlidir ki, bu amaca ulaşmak için söz konusu netice göze alınmaktadır. Örneğin babasının hastanede vefat ettiğini duyan, o üzüntü ile alelacele hastaneye yetişmek için yola çıkan ve Kızılay’ın tam merkezinde süratlice araç kullanarak kırmızı ışıkta geçen ve yaya/yayalara çarparak onların ölümüne sebep olan failin içinde bulunduğu hal olası kast halidir.[144]

Bilinçli taksir ile olası kast arasındaki ayrımı belirlemek için frank formülü uygulanır. “Öyle veya böyle fail hareketi gerçekleştirirdi” denebilirse olası kast; “neticenin gerçekleşeceğini bilseydi hareketi gerçekleştirmeyecekti” denebilirse bilinçli taksir söz konusudur.[145]

Ancak uygulamada bilinçli taksir–olası kast ayrımını yapmak, faildeki isteme-istememe iradesini tayin etmek kolay değildir. Bu nedenle, somut olayın özellikleri ve failin davranışları bütünüyle ve ayrıntılı biçimde değerlendirilerek failin iradesinin “isteme” veya “katlanma/umursamama” niteliğinde olup olmadığı ortaya konmalıdır.[146]

Konu ile ilgili olarak Yargıtay’ın değerlendirmesi aşağıdaki şekildedir.

“1- Katılan sanık S. Ç.’un, telefonuna gelen mesaja cevap vermek için durduğu yerden otomobili ile yeniden hareket ederken, aracın patinaj yaparak çakıl taşlarını fırlatmasını kendilerine yapılmış bir hareket olarak gören sanıkların, küfrederek modifiye edilmiş otomobilleri ile S. Ç.’un sevk ve idaresinde bulunan içerisinde A. Ö. ile ölen B. K.’ın da bulunduğu otomobili takibe başladıkları, katılan-sanığın kaçarak uzaklaşmaya çalışmasına rağmen, sanıkların zaman zaman 150-170 Km varan hızlarla katılan-sanığın aracını tacize devam edip, sanık E. A.’ın katılan sanığın sevk ve idaresindeki aracı sollayıp önüne geçtiği, sanık S. T.’ın aracı arkadan takip ederek sıkıştırmaya devam ettiği, E. A.’ın zik zak çizip fren yaparak katılan sanığın kendisini geçmesini engellediği ve Gülenbe rampaları mevkiinde tacizden kurtulmak amacıyla sanık E. A.’ın aracını virajda sollayan katılan sanık S. Ç.’un aracıyla yolun solundan şarampole yuvarlanması ve B. K.’ın ölümü,

  1. Ç.’un basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde, katılan A. Ö.’in ise kemik kırığına neden olacak şekilde yaralanması ile sonuçlanan ve kabulünde bu şekilde olduğu olayda, sanıklar S. T. ve E. A.’ın kendi aralarında yarış yapmalarının söz konusu olmayıp, olayın başlangıç anından itibaren katılan sanık S. Ç.’un otomobilini kendi araçları arasına alarak kaza yapmaya zorladıkları ve meydana gelen sonucu öngörmelerine rağmen bu eylemlerini uzun bir süre devam ettirdikleri, böylece sanıkların eylemlerinin olası kasıtla B. K.’ı öldürmek, S. Ç. ve A. Ö.’i olası kasıtla yaralama suçlarını işledikleri gözetilmeden, takdirde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm tesisi,

2- Sanık S. Ç.’un diğer sanıkların kendisini tacizi ve kaza yapmaya zorlaması sırasında korkusu nedeniyle duramayıp, kaçarak diğer sanıkların araçları ile kendisini sıkıştırmalarından kurtulmaya çalışırken viraja hızlı girmesi sonucunda virajı alamayarak şarampole yuvarlanmasında viraja hızlı girme eylemi iradi olmayıp, diğer sanıkların eylemlerine bağlı gelişmesi nedeniyle sanığın olayda kusurunun bulunmadığından beraatine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi,

 

Kabul ve uygulamaya göre de;

Olayda B. K.’ın ölümü ile A. Ö. ve katılan-sanık S. Ç.’un yaralanması ile sonuçlanan kazada, katılan-sanık S. Ç.’un eylemi bilinçli taksirle işlemediğinin anlaşılması ve katılan-mağdur A. Ö.’in katılan sanık S. Ç.’dan şikayetçi olmaması karşısında katılan-sanık S. Ç.’un eyleminin 5237 sayılı TCK’ nın 85/1 maddesi kapsamında kaldığı gözetilmeden katılan sanığın bir kişinin ölümü ile bir kişinin de yaralanmasına neden olduğundan bahisle anılan Kanunun 85/2. maddesi uyarınca cezalandırılmasına karar verilmesi Kanuna aykırı …”[147]

“1- Sanığın mahalle içinde bulunan evinin bahçesinde rastgele ateş etmesi sonucu çevrede bulunması muhtemel kişilerin vurulabileceğini öngörmesi gerektiği ancak öngördüğü neticeyi istemediği olayda, bilinçli taksir bulunduğu halde cezasının 5237 sayılı TCK’nın 22/2. maddesine göre arttırılmaması …”[148]

 “Dosyanın kapsamına göre, sanığın bankada güvenlik görevlisi, maktulün de temizlik elemanı olarak çalıştığı, aralarında herhangi bir husumetin bulunmadığı … maktulün çöpleri atmak için dışarı çıkarken, para çekme makinesindeki kasetleri çıkarmakta olan sanığı görerek, ‘kardeş, sen mi bizi koruyacaksın? Sen daha silah tutmasını bile bilmezsin’ diye şaka yollu sözler söylediği, sanığın, dışarı çıkarak maktulün yanına gelip, ‘niye kardeş, bizi beğenmedin mi?’ dediği, maktulün ise, ‘hadi be! Sen silah tutmasını bile bilmiyorsun. Tut da bir görelim’ şeklinde karşılık verdiği, sanığın, ‘bak! Birisi gelirse silahı böyle hızlı çekebilirim’ diyerek, namlusunda mermi bulunan emniyet sistemi açık silahını çektiği, maktulün ‘hadi lan! Beni mi vuracaksın?’ diyerek alnına silahın namlusunu dayadığı, sanığın da silahını panikle geri çektiği sırada tetiğe bastığı, silahın ateş alması üzerine maktulün sol kaşının üzerinden giren mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı kafa kubbe, kaide kemikleri kırığı, beyin doku harebiyeti ile beyin kanaması sonucu öldüğü, maktulün vurulmasından sonra sanığın heyecanla bankaya girip, ambulans ve polis istediği, ‘ben öldüm, bittim, en iyi arkadaşımı vurdum’ diye silahını kafasına dayadığı, banka çalışanlarına ‘Selçuk öldü mü?’ diye sorduğu, çalışanların ‘merak etme, nabzı atıyor’ demesinden sonra, silahı görevlilere teslim ettiği, atışın yakın atış olarak tespit edildiği olayda, silahlı özel güvenlik eğitimi alan ve silahın tehlikesini bilen sanığın, gerekli dikkat ve özeni göstermeyerek fişek yatağında mermi bulunan ve mandal emniyeti açık silahını şaka amaçlı maktule yönelttiği, silahın her an ateş alabileceğini öngörmesi gerektiği, ancak tetiğin iradi olarak çekildiğini gösteren kesin ve inandırıcı delillerin bulunmadığı anlaşılmakla, eylemin bilinçli taksirle öldürme suçunu oluşturduğu gözetilmeden, suç vasfında yanılgıya düşerek, yazılı bir şekilde olası kastla öldürme suçundan hüküm kurulması… bozmayı gerektirmiştir.”[149]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

VI. SUÇUN ÖZEL GÖRÜNÜŞ ŞEKİLLERİ

A. TEŞEBBÜS

Teşebbüs, TCK’nın 35. maddesinde düzenlenmektedir. Kişinin kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya işlemeye başlayıp da elinde olmayan sebeplerden dolayı tamamlayamamasıdır.[150]

Teşebbüs iradesi neticeyi bilmeyi ve istemeyi gerektirir. Taksirli suçta ise neticenin istenmesi söz konusu değildir. Bu nedenle teşebbüs kurumu, taksirle öldürme suçu ile bağdaşmaz.[151]

B. İŞTİRAK

İştirak müessesesi TCK’nın 40. maddesinde düzenlenmiştir. Bu suç bakımından iştirak hükümlerinin uygulanması söz konusu değildir. Zira suça iştirak, iştirak iradesinin bulunmasını yani kasten hareket etmeyi gerektirir. Bu nedenle, taksirle öldürme suçu bakımından da iştirak mümkün değildir. Taksirli suçlarda ancak suça birlikte sebebiyet verilmesinden söz edilebilir. Bu durumda ise herkes kendi kusurundan sorumludur.[152]

Örneğin, sürücü (A), kanunda yazılı hız limitlerini aşarak tedbirsiz bir şekilde kendi şeridinde seyretmektedir. Karşı yönden aracıyla seyretmekte olan sürücü sanık (B) ise şerit tecavüzü yaparak (A)’nın şeridini işgal etmektedir. Sürücü (B)’nin kendi şeridinde seyrettiğini gören sürücü sanık (A), diğer şeride geçtiği sırada yaya geçidi olmayan yerde, yolu da kontrol etmeden karşıdan karşıya geçmeye çalışan (C)’ye çarpmaktadır. Bu durumda hem (A), hem (B), hem de (C) kusurludur. Her fail kendi kusuru oranında meydana gelen sonuçtan sorumludur. Mağdurun kusurlu olması da kusurların takas edilmesini, yani mağdurun kusurunun failin kusurunu iptal etmesi sonucunu doğurmaz.[153]

C. İÇTİMA

Taksirli suçlar bakımından TCK’nın 44. maddesinde düzenlenen fikri içtima hükmü uygulama alanı bulmaktadır. Kasten işlenen suçlarda uygulama alanı bulan zincirleme suç hükmünün (md. 43) ise taksirle öldürme suçu bakımından uygulanması mümkün değildir.[154]

Fikri içtima bakımından kişinin işlediği bir fiil ile birden fazla suça neden olması gerekmektedir. Bu durumda kişi en ağır cezayı gerektiren suçtan sorumlu tutulacaktır ve cezası bu suça göre tayin edilecektir.[155] Bu suretle, taksirli öldürme suçunun başka suçlarla içtima edilmesi mümkündür.[156] Örneğin, bir kimse hız sınırını kasten aşarak TCK’nın 179/2. maddesindeki[157] suçu işlemiştir. Bununla birlikte, bu hareketi sonucunda herhangi bir kişinin zarar görmesi ihtimaline razı olmamışsa meydana gelen ölüm neticesi açısından kastının varlığı kabul edilmez. Bu durumda, md. 179/2 ile taksirle öldürme suçları arasında fikri içtima ilişkisi doğacak ve fail sadece en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılacaktır.[158]

TCK’nın 85/2. fıkrasında özel bir içtima hükmü düzenlenmiştir. Buna göre, fiilin birden fazla insanın ölmesine ya da bir veya birden fazla kişinin ölmesi ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olması hallerinde, faile verilecek cezanın üst sınırı ağırlaştırılmıştır.[159]

Bu hüküm, doktrinde suçun ağırlaştırıcı nedeni olarak da değerlendirilmektedir. Bazı yazarlar tarafından 85/2. fıkra, özel bir içtima hali değil; suçun nitelikli hali olarak kabul edilmektedir.[160] Taksirle öldürme suçunun ağırlatıcı sebepleri ise bu suçun, neticesi sebebiyle ağırlaşan halleri olarak incelenmiştir.[161]

765 sayılı Mülga TCK’nın 455/2. fıkrasının aksine; TCK’nın 85/2. fıkrası bakımından yaralamanın niteliği veya derecesi önemli değildir. Zira mülga TCK’nın 455/2. fıkrasında ise yaralamanın belli bir ağırlıkta olması aranmakta iken mevcut durumda yaralamanın basit şeklinde de TCK’nın 85/2. fıkrası uygulanacaktır.[162]

Bu durum doktrinde eleştirilmiştir. Düzenleme açısından basit yaralama ile ağır derecedeki yaralama arasında fark bulunmamaktadır. Örneğin bir kişinin ölümü ile beraber bir kişinin de basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanması (md. 86/2) halinde, 85/2. fıkranın uygulanacağı anlaşılmaktadır. Bunun sonucu olarak, bir kişinin ölümü halinde verilecek ceza 2-6 yıl iken; basit yaralama nedeniyle bu ceza 2-15 yıla çıkmaktadır. Bu durumun, suç ile ceza arasındaki orantısızlığa neden olduğu, ceza adaletinin temini bakımından yaralamanın belli bir ağırlıkta olması gerektiği öne sürülmüştür.[163]

Tartışılması gereken diğer bir husus, bir kişinin ölümü ile beraber bir veya birden fazla kişinin yaralanması ve bu yaralamanın şikayete tabi yaralama suçlarını oluşturması halinde, TCK’nın 85/2. maddesinin uygulama alanı bulup olamayacağı konusudur.[164]

TCK’nın 89. maddesinde taksirle yaralama suçu düzenlenmiştir. Maddenin 5. fıkrasına göre, bu suçun basit taksirle işlenmesi halinde soruşturma ve kovuşturma şikayete bağlıdır. Ancak bilinçli taksirin varlığı halinde şikayet aranmayacaktır. Bunun istisnasını ise 89/1. fıkrası[165] oluşturmaktadır. Zira 1. fırkada yer alan yaralama halleri bilinçli taksirle gerçekleştirilse dahi suçun takibi için şikayet önkoşuldur.

TCK’nın 86/2. maddesinde ise kasten yaralama suçunun daha az cezayı gerektiren hali düzenlenmiştir. Buna göre, kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde suçun kovuşturulması için şikayet aranacaktır.

Mezkur maddelerle bağlantılı olarak TCK’nın 85/2. maddesinde yaralamanın nitelikleri bakımından bir ayrım yapılmamış, şikayetten vazgeçme halinde failin hukuksal durumu ile ilgili bir düzenlemeye yer verilmemiştir.[166] Buna karşın, şikayetten vazgeçme halinde, vazgeçme kapsamındaki eylemle ilgili olarak fail hakkında işlem yapılamayacağına göre, madde 85/2’nin de uygulanama olanağı bulunmamaktadır.[167] Bu durumda yaralamanın 89/1. madde kapsamında olması halinde, adi taksirle veya bilinçli taksirle işlense dahi yaralananların şikayette bulunmaması veya şikayetini geri almaları halinde 85/2. maddesi uygulanmayacaktır.[168]

Nitekim Yargıtay 9. CD’nin de uygulamasında bu görüşün kabul edildiği anlaşılmaktadır:

“Mağdur Mustafa Ü’nün sanık hakkında şikayetçi olmaması karşısında, 5237 sayılı TCK’nın 89. maddesinde yazılı yaralamaya neden olma suçunun takibi şikayete bağlı suçlardan olduğu da gözetilerek sanığın sadece Şerife Ü’nün ölümünden sorumlu tutulması gerektiği ve eylemin 5237 sayılı TCK’nın 85/1. fıkrasına uyduğu düşünülmeden yazılı şekilde hüküm kurulması ( 85/2, 22/3, 62/1, 53/6, 63) kanuna aykırıdır.”[169]

“Mağdur Yılmaz İstif’in sanık hakkında şikayetçi olmaması karşısında, 5237 sayılı TCK’nın 89. maddesinde yazılı yaralamaya neden olma suçunun takibi şikayete bağlı suçlardan olduğu da gözetilerek sanığın sadece Candaş Uymaz’ın ölümünden sorumlu tutulması gerektiği ve eyleminin 5237 sayılı TCK’nın 85/1. maddesine uyduğu düşünülmeden yazılı şekilde hüküm kurulması yasaya aykırıdır.”[170]

“Sevk ve idaresindeki araçla trafik kazası yapan sanık bir kişinin ölümüne ve 5237 Sayılı T.C.K.’nın 89. maddesinin 1. fıkrası kapsamında kalacak şekilde iki kişinin de yaralanmasına sebep olmuştur. Bu hali ile sanığın eylemi 5237 Sayılı T.C.K.’nın 85. maddesinin 2. fıkrasında düzenlenen suçu oluşturmakta ise de, anılan Yasa’nın 89. maddesinin 5560 Sayılı Kanun ile değişik 5. fıkrası uyarınca mağdurların yaralanmaları aynı maddenin 1. fıkrası kapsamında olması sebebiyle şikayete bağlı bulunduğundan ve her iki mağdurda sanıktan şikayetçi olmadıklarından, sanığın eylemi taksirle bir kişinin ölümüne sebep olma suçunu oluşturmaktadır.

Bu itibarla, sanığın 5237 Sayılı T.C.K.’nın 85. maddesinin 1. fıkrası yerine aynı maddenin 2. fıkrası uyarınca cezalandırılmasına ve lehe Yasa değerlendirmesinin de 85/2. maddesi uyarınca yapılmasına ilişkin yerel mahkeme direnme hükmü isabetsiz olup, sair yönleri incelemeksizin bozulmasına karar verilmelidir”[171]

Hüküm kesinleşinceye kadar şikayetten vazgeçilmesi mümkün olduğundan Yargıtay’ın onama kararı vermesinden önce mağdurların şikayetten vazgeçmeleri halinde 85/1. fıkrası yönünden değerlendirme yapılması için kararın bozularak yerel mahkemeye gönderilmesi gerekmektedir.[172]

Bunula birlikte, taksirli eylem ile birden fazla kişinin ölümüne ve birden fazla kişinin yaralanmasına neden olunmuş ise yaralıların şikayetten vazgeçmelerinin TCK’nın 85/2. fıkrası uyarınca cezalandırılmasına etkisi olmayacaktır. Zira yararlanmalar olmasaydı dahi eylem birden fazla kişinin ölümüne sebep olmuştur. Ancak yaralanan kişilerin sayısı, yaralanmanın derecesi gibi hususlar cezanın TCK’nın 61. maddesinde göre belirlenmesine ve alt sınırdan uzaklaşılmasına etki edebilir.[173]

Madde 85/2 kapsamında birden fazla kişinin yaralanması halinde, mağdurlardan biri dahi şikayetten vazgeçmezse veya şikayetçi olursa, diğerlerinin şikayetçi olmaması md. 85/2’nin uygulanmasını engellemezse de bu durum ceza süresinin belirlenmesinde mahkemece dikkate alınacaktır.[174]

Doktrinde, yaralamanın şikayete tabi olup olmadığının veya mağdurun şikayet edip etmediğinin 89. maddenin hangi fıkrasına göre ceza verileceği tayin edilirken önemli olmadığı savunulmuştur. Buna göre, kanun koyucu tek özene aykırı davranışla bir veya birden çok ölümle birlikte bir veya birden çok yaralamaların meydana gelmesini 1. fıkradaki fiilin haksızlık içerinde göre daha ağır olduğunu düşünmüş ve özel bir düzenlemeye giderek fiilin cezasını ayrıca belirlemiştir. Kendine özgü bir bileşik suç durumunun yeniden bağımsız suç maddelerine göre değerlendirilmesi yoluna gidilmesi mümkün değildir.[175]

Failin kendisinin yaralanması halinde, 85/2. fıkranın uygulanmasında kendisi hesaba katılmayacaktır. Zira failin kendi yaralanması nedeniyle cezalandırılması mümkün değildir.[176]

D. TEKERRÜR

Tekerrür, bir suçtan dolayı mahkûm olduktan sonra kişinin tekrar suç işlemesidir.[177] TCK’nın 58/4. maddesinde, “Kasıtlı suçlarla taksirli suçlar ve sırf askerî suçlarla diğer suçlar arasında tekerrür hükümleri uygulanmaz.” denilmektedir. Buna göre taksirli suçlarla kasten işlenebilen suçlar arasında tekerrür hükümleri uygulanmaz. Ancak taksirli suçlar kendi aralarında tekerrüre esas olacaktır.[178]

Ayrıca kural olarak yabancı mahkemelerden verilen hükümler tekerrüre esas oluşturmaz. Yine TCK’nın 58/5. maddesinde “fiili işlediği sırada on sekiz yaşını doldurmamış olan kişilerin işlediği suçlar dolayısıyla tekerrür hükümleri uygulanmaz.” nedeniyle, on sekiz yaşını doldurmamış kişilerin farklı zamanlarda işlediği herhangi bir taksirli suçu ile taksirle öldürme suçu arasında tekerrür hükümleri uygulanmayacaktır.[179]

E. MÜSADERE

TCK’nın 54/1. maddesinde, “iyi niyetli üçüncü kişilere ait olmamak koşuluyla, kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsaderesine hükmolunur.” denilmektedir. Buna göre, taksirle işlenen suçlarda eşyanın varlığı bir tehlike yaratmadığı sürece müsadere hükümleri uygulanmayacaktır.

VII. TAKSİRLE ÖLDÜRME SUÇUNDA YAPTIRIM

A. YAPTIRIM

Taksirli suçlar bakımından öngörülen yaptırım kasıtlı suçlara göre daha az tayin edilmiştir. Örneğin kasten öldürme suçunun basit şeklinin cezası müebbet hapis iken, taksirle öldürme suçunun basit şeklinin cezası iki yıldan altı yıla kadar hapistir.[180]

TCK’nın 85/1. fıkrasına göre, taksirle bir insanın ölümüne neden olan fail, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Maddenin 2. fıkrasına göre ise fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

5237 sayılı TCK, 26.09.2004 tarihinde kabul edildikten sonra ancak henüz yürürlüğe girmeden önce 31.03.2005 tarih ve 5328 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 3. maddesiyle 85. maddenin 2. fıkrasında değişiklik yapılmıştır. Buna göre, ikinci fıkrada düzenlenen eylemin cezasının alt sınırı üç yıldan iki yıla indirilmiştir. Bunun dışında taksirle öldürme suçuna ilişkin düzenleme, TCK’nın kabulündeki ilk halini korumaktadır.[181]

Failin bilinçli taksir ile hareket etmiş olması halinde, TCK’nın 22/3. maddesi gereği ceza, üçte birden yarısına kadar artırılır.

Cezanın tayin edilirken TCK’nın 61/1. fıkrası[182] uyarınca 85/1. maddesine göre ceza belirlenecektir. Eğer bilinçli taksir durumu var ise belirlenen bu ceza üzerinden TCK’nın 61/2. fıkrası[183] gereği artırım yapılacaktır. Diğer artırma ve indirmeler ise 61. maddenin 4. ve 5. fıkralarındaki[184] sıralar takip edilerek belirlenecektir.

TCK’nın 22/4. fıkrasına göre, “taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir.” Kusurun az olması, kanunda belirlenen alt ve üst sınırların arasında cezanın belirlenmesinde göz önünde bulundurulacaktır. Ancak kusur ne kadar az olursa olsun ceza, alt sınır olan 2 yıldan az olamayacaktır.[185]

765 sayılı mülga TCK’da, kusur sekiz tam sayı üzerinden, neticenin gerçekleşmesinde pay sahibi olan her neden bakımından hesaplanıyorken; 5237 sayılı TCK’da bu usulden vazgeçilmiştir. Ancak çok kusurlunun az kusurludan ayrılması hususunda ölçünün ne olacağının belirlenmemesi doktrinde eleştirilmiştir. Bu görüşe göre, hakimin bir kimseye “sen kusurlusun” demesi, aynı zamanda o kimsenin ne miktarda yani az veya çok kusurlu olduğunu göstermesi demektir. Bir yerde miktar yahut azlık ve çokluk varsa o yerde zorunlu olarak sayısallık da vardır. Bu halde, kusuru belirlemede sayısallıktan vazgeçildiği iddiası pek tutarlı gözükmemektedir.[186]

Trafik kazası sonucu ortaya çıkan taksirli öldürme fiillerinde failin kusuru belirlenirken asli kusur-tali kusur ayrımı yapılmaktadır. Bu durumda, 765 sayılı mülga TCK’daki derecelendirmeden vazgeçilse bile ağır–hafif taksir derecelendirmesinin varlığını sürdürdüğü söylenebilir.[187]

“Uyuşmazlık; bir kişinin ölümüyle sonuçlanan olayda, araç sürücüsü olan sanığın kusurunun bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkindir. Dosya kapsamı ile uyumlu olduğu görülen soruşturma aşamasında düzenlenen bilirkişi raporu ile kovuşturma aşamasında yapılan keşif sonrasında düzenlenen bilirkişi raporunda belirtildiği üzere, ölenin de kusurlu olduğu olayda; Balıkesir ilinin Bandırma Caddesi üzerinde aracıyla kanuni hız sınırının üzerinde seyir ederken ışıklı yaya geçidine geldiğinde hızını azaltması, yoğun olan yola yayaların aniden çıkabileceğini düşünerek daha dikkatli ve özenli davranması, ışıkları ve kavşağı etkin bir şekilde kontrol etmesi gerekirken, üzerine düşen özen ve dikkati göstermeyerek, yola çıkan ve yolu bitirmek üzere olan yayaya çarparak ölümüne neden olması nedeniyle sanığın da tali derecede kusurlu olduğu ve bu kusurundan dolayı cezalandırılması gerektiği kabul edilmelidir.”[188]

Kusurun yoğunluğu özellikle, ceza makasının çok geniş (2-15 yıl) düzenlendiği md. 85/2’nin uygulanmasında önem arz etmektedir.[189] Madde 85/2’de hakime, taksirin yoğunluğu ve meydana gelen zararın vahametine göre geniş takdir hakkı tanımıştır.[190] Faile verilecek cezanın 2-15 yıl gibi geniş bir aralıkta düzenlenmiş olunması doktrinde eleştrilmektedir. Buna göre, hakimin takdir yetkisinin bu kadar geniş olması cezaların kanuniliği ilkesine aykırı görülmüştür.[191]

Kusurun belirlenmesi için olay yerinde keşif yapılması ve bilirkişi dinlenmesi mümkündür. Ancak mülga TCK’da olduğu gibi bilirkişilerin kusuru sekiz üzerinden belirlemesi mümkün değildir. Bilirkişi yalnızca hangi eylemlerin taksir olduğu, hangi eylemlerle özen yükümlülüğüne aykırı hareket edildiği ve hangi kuralların ihlal edildiğini saptayacaktır. Sanığın kusuru ise hakim tarafından belirlenecektir.[192]

“Olay günü meskun mahalde gündüz vakti sanık yönetimindeki otomobil ile yaya kaldırımı bulunan bölünmemiş çift yönlü 6 metre genişliğindeki hafif virajlı ve hafif iniş eğimli parke zeminli sokakta seyir halinde iken, hızından dolayı direksiyon hakimiyetini kaybederek gidiş yönüne göre sol taraftaki ağaca çarptıktan sonra evlerinin önünde oturmakta olan iki kişinin ölümüne bir kişinin de basit tıbbi müdahale ile giderilecek şekilde yaralanmasına neden olduğu olayda, sanığın tam kusurlu olduğu, olay sonucunda iki kişinin öldüğü bir kişinin de yaralandığı dikkate alınarak, iki sınır arasında temel ceza belirlenirken suçun işleniş biçimi, failin taksire dayalı kusurunun yoğunluğu, maddede öngörülen cezanın alt sınırı da nazara alınmak suretiyle, adalet ve hakkaniyet kurallarına uygun bir cezaya hükmedilmesi gerektiği gözetilmeden teşdidin derecesinde yanılgıya düşülmek suretiyle sanık hakkında az ceza tayin edilmesi …”[193]

TCK’nın 50/4. maddesi uyarınca, hükmolunan uzun süreli hapis cezaları da (bir yıldan fazla) diğer koşullarında varlığı halinde, 52/1.-(a) bendine göre adli para cezasına çevrilebilir. Ancak kusurun bilinçli taksir olması durumunda, paraya çevirme söz konusu değildir. Sonuç hapis cezasının uzun süreli olması halinde ise sadece adli para cezasına çevrilmesi mümkün olup 52/1. maddede öngörülen diğer seçenek yaptırımlara çevrilmesi olanaklı değildir. Uygulamada, asıl mahkumiyetin, bu madde hükümlerine göre verilen adli para cezası veya tedbirler olduğu görülmektedir.[194]

Bu suç için diğer şartların varlığı halinde, iki yıla kadar olan hapis cezası ertelenebilir. Fiili işlediği sırada on sekiz yaşını doldurmamış veya altmış beş yaşını bitirmiş olan kişiler için bu süre üç yıldır (md. 51/1).[195]

Hapis cezasının 52. madde uyarınca adli para cezasına çevrilmiş olması durumunda, 51. madde hükmü uyarınca ertelenmesi olanaklı değildir.[196]

Yine hapis cezasından çevrilen adli para cezası hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (CMK md. 231) karar verilmesi mümkün değildir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilip verilemeyeceğine, hükmedilen cezasının seçenek yaptırımlara çevrilmeden önceki halinde bakılarak karar verilmelidir.[197]

TCK’nın 53/1. fıkrasına[198] göre belli haklardan yoksun bırakılma güvenlik tedbiri, taksirle öldürme suçunda uygulanmaz. Ancak failin 53/6. fıkrasına göre belli bir meslek veya sanatın ya da trafik düzenin gerektirdiği dikkat ve özen yükümlüğüne aykırılık dolayısıyla üç aydan az ve üç yoldan fazla olmamak üzere bu meslek veya sanatın icrasının yasaklanmasına ya da sürücü belgesinin geri alınmasına karar verilebilir. Yasaklama ve geri alma hükmün kesinleşmesiyle yürürlüğe girer ve süre, cezanın tümüyle infazından itibaren işlemeye başlar.[199]

Belirtilen iki hak yoksunluğuna karar verilmesi zorunlu değil, takdiridir. Hakim hak yoksunluğuna süresini de belirterek hükmedebileceği gibi, hak yoksunluğuna hükmedilmesine yer olmadığına da karar verebilir.[200]

Son olarak, taksirli suçtan faile verilecek ceza, 22/4. fırkasına göre, failin kusuruna göre belirlenir. Hakim, cezanın belirlenmesi sırasında failin taksirine dayalı kusurunun ağırlığını da göz önüne alarak cezayı tespit edecektir (TCK md. 61/1-f).[201]

B. CEZAYA HÜKMEDİLMEYECEK VEYA İNDİRİLECEK HAL

TCK’nın 22/6. fıkrasında, bütün taksirli suçlar bakımından uygulanacak bir şahsi cezasızlık sebebine ve cezada indirimi gerektiren şahsi sebebe yer verilmiştir. Buna göre, “Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmez; bilinçli taksir hâlinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir.”

Örneğin failin, babası ile aracında seyrederken kaza yapması ve babasının ölüp kendisinin ağır bir biçimde yaralanması, bacağının kopması, yardıma muhtaç hale gelmesi gibi hallerde, faile, basit taksir varsa ceza verilmeyecek, bilinçli taksir hali varsa cezası indirilecektir.[202]

Hükmün amacı, çok yakının ölmesine neden olan kişinin duyduğu ızdırabın, uğradığı kovuşturma ile artmasına yol açmamak ve ailenin tümüyle mağdur olmasını önüne geçmektir.[203]

765 sayılı mülga Ceza Kanunu’nda böyle bir düzenleme bulunmamaktaydı. Ancak ülkemizde özellikle kırsal bölgelerde rastlandığı üzere, taksirli suçlarda failin meydana gelen netice itibarıyla bizzat kendisinin ve ailesi bireylerinin ağır derece mağduriyete uğradıkları görülmektedir. Yine trafik kazaları açısından da aynı durum söz konusu olabilmektedir.[204] Mülga kanun döneminde, bu olaylarda mağduriyetlerin önüne geçmek amacıyla alt sınırdan ceza verilerek hapis cezasının paraya çevrilmesi veya ertelenmesi gibi yollara başvurulmaktaydı.[205]

Bu maddenin uygulanabilmesi için sonuç, münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından etkili olmalıdır. Yalnızca kişisel mağduriyeti veya yalnızca ailevi mağduriyeti yeterli değildir. Örneğin failin arkadaşının veya yakının yaralanması veya ölmesi durumunda ilgili fıkra uygulanmayacaktır. Yine sadece ailesinin mağduriyete uğraması maddenin uygulanması için yeterli değildir.[206]

Doktrinde, “bu hükmün yalnızca akrabalık bağı bulunan kişiler bakımından uygulanacağı” görüşü[207] olduğu gibi; bu şekilde yorumlanmasının hakimi sınırlayacağı görüşü de mevcuttur. Buna göre, somut olayın özellikleri dikkate alınarak maddenin konuluş amacına göre kişiler arasındaki ilişki hakimin takdirine bırakılmalıdır.[208] Akrabalık ilişkisinin ön koşul olup olmadığı konusunda Yargıtay’ın kararları henüz yerleşmemiştir.

Farklı bir görüş olarak, fail ile mağdur arasındaki ilişkinin bakım yükümlülüğü ile sınırlandırılması gerektiği savunulmuştur.[209]

Yargıtay, kazada ölenin, sanığın babaannesi[210], üvey kızı[211], kardeşi[212], kızı[213], torunu[214], oğlu[215], annesi[216] olması halinde 22/6. fıkranın uygulanabileceğine hükmetmiştir. Buna karşılık failin amcasının oğlunu[217], eniştesini[218], öldürmesi halinde 22/6. fıkradaki şartların oluşmadığına karar verilmiştir.[219]

“Dosya kapsamına göre, olay tarihinde, ölenin ailesinin ve amcası olan sanığın evlerinin aynı bahçe içerisinde yan yana olduğu, ölenin anne ve babasının beyanlarına göre, ölenin amcası olan sanığın evinde büyüdüğü, çoğu zaman sanığın evinde kaldığı, her iki ailenin sosyal ve ekonomik durumlarına göre aynı evde yaşadıkları, yargılamanın en başından itibaren ölenin anne ve babasının sanıktan şikayetçi olmadıkları, dosya kapsamı ve olay değerlendirildiğinde artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede sanığın mağdur olduğu ve mahkemenin ceza verilmesine yer olmadığına dair uygulamasının da yerinde olduğu düşünüldüğünden tebliğnamenin bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir.”[220]

Bir diğer Yargıtay kararında, akrabalık ilişkisi şartının bulunmadığı belirtilmiştir.

“Bu hükmün uygulanabilmesi için, meydana gelen neticenin sanığın mağduriyetine yol açması, bu mağduriyetin sanığın cezalandırılmasını gereksiz kılacak düzeye ulaşması gerekmektedir. Öte yandan, mağduriyet kavramı maddede, ‘… münhasıran sanığın kişisel ve ailevi durumu’ ile ilişkilendirilmiştir. Bu itibarla, taksirle sebebiyet verilen neticenin sadece, sanığın bizzat kendisinin veya eşi, anne-babası, çocukları, kardeşleri gibi yakınlarının yahut benzer ilişki oluşturabilecek düzeyde insani bağ ve yakınlığı olan ve aile kavramına dahil edilmesi mümkün bulunan kişilerin, örneğin; bakıp büyüttüğü, birlikte yaşadığı kişilerin mağduriyetine yol açması gerekir.

Sanığın kişisel ve ailevi durumu ise hakim tarafından her olayda ayrıca irdelenmeli, sanığın medeni, sosyal ve ekonomik durumu, aile yapısı ve ilişkileri ile aile bireylerine karşı yükümlülükleri değerlendirilerek, taksirli suçta sebebiyet verilen neticenin sanığın kişisel ve ailevi durumu bakımından ceza verilmesini gereksiz kılacak derecede mağduriyete yol açıp açmadığı olgusu bu suretle saptanmalıdır.[221]

Bir diğer şart neticenin münhasıran faili veya aile üyelerini zarara uğratmasıdır. Böyle bir netice ile birlikte söz konusu durumlara ilişkin bulunmayan başka bir netice de meydana gelmişse fıkra uygulanmayacaktır.[222] Taksirli hareket sonucu başka kişiler de ölmüş veya yaralanmış, örneğin fail eşiyle birlikte kaza yapar hem eşi hem de karşı taraftan biri ölürse bu durumda 22/6. fıkra uygulanmayacaktır.[223] Yine, örneğin fail taksirli hareketiyle kendi öz çocuğunun ve çocuğunun bir arkadaşının ölümüne ya da yaralanmasına yol açtığı olayda 22/6. fıkranın uygulanma olasılığı bulunmamaktadır. Ancak taksirle yaralama suçunun kovuşturulmasının şikayete bağlı olması ve mağdurun şikayetçi olmaması halinde söz konusu maddenin uygulanması gerekmektedir.[224] Yargıtay’ın da görüşü bu şekildedir.

 “Olayda, ölenin sanığın oğlu, yaralananın da yeğeni olması ve şikayetinin bulunmaması karşısında, sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 22/6. maddesinin uygulanıp uygulanmayacağı tartışılıp değerlendirildikten sonra lehe yasanın tayini gerektiğinin gözetilmemesi, bozmayı gerektirmiştir.”[225]

“Sanığın kiracısı olduğu evin çatısının yanmış olması karşısında, yangında sanık dışında başkalarının da zarar gördüğünün anlaşılması nedeniyle somut olayda 5237 sayılı TCK’nın 22/6. maddesinin uygulanma koşullarının oluşmadığı…”[226]

“Sanık M. B. hakkında 5237 sayılı TCK’nın 22/6. maddesinin uygulanabilmesi için taksirli hareket sonucu neden olunan neticenin, münhasırın failin kişisel ve ailevi durumu bakımından, artık hakkında bir cezaya hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açması gerekmekte olup, sanığın taksirli hareketi sonunda eşi H. B.’nin ölmesi ile birlikte başka kişilerin de yaralanması nedeniyle anılan maddede öngörülen koşulların oluşmaması nedeniyle uygulanamayacağı, sanığın hukuki durumunun buna göre takdir ve tayini gerektiği gözetilmeden, eylem meydana gelen sonuç yönünden iki ayrı suç kabul edilerek yazılı şekilde hüküm tesisi kanuna aykırı … ”[227]

Salt akrabalık ilişkisinin varlığı, bu hükmün uygulanmasını her zaman haklı kılmamaktadır.[228] Örneğin, trafik kazasında kaybettiği eşi nedeniyle üzüntü değil, büyük bir mutluluk duyan failin bu cezasızlık sebebinden yararlanması kabul edilmeyecektir.[229] Maddenin uygulanması açısından mağduriyetin ölçüsünü, fail hakkında tekrar bir ceza verilmesini gerektirmeyecek biçimde zarara uğrayıp uğramadığına dair araştırmanın sonucu belirleyecektir. Bu araştırma hakim tarafından,  her olayda sübjektif esaslara göre yapılacaktır. Örneğin aralarında boşanma davası sürmekte olan eşin taksirle ölümüne yol açan failin ceza verilmeyecek biçimde mağdur olduğundan söz edilemez.[230]

“… sanığın taksirli hareketi sonucunda ölümüne nenden olduğu olayda ölen ile yaralanan, sanığın yeğenleri olup somut olayda meydana gelen neticenin sanığın kişisel ve ailevi durumu bakımından artık bir cezaya hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmadığı, bu nedenle 5237 sayılı kanunun 22/6 maddesindeki şartların bulunmadığı gözetilmeden, yazılı şekilde sanığın cezasından indirim yapılması aleyhe temyiz nedeni olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır…”[231]

Ölenlerden Abdullah Yaşar’ın sanığın eniştesi olup sanık hakkında ceza hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede sonuçtan mağdur olduğunun kabul edilemeyeceği bu nedenle de 5237 sayılı TCK’nın 22/6. maddesinin olayda uygulama yeri bulunmadığı gözetilmeden yazılı şekilde hüküm tesisi, aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.”[232]

Sanığın kişisel ve ailevi durumu ise hakim tarafından her olayda ayrıca irdelenmeli, sanığın medeni, sosyal ve ekonomik durumu, aile yapısı ve ilişkileri ile aile bireylerine karşı yükümlülükleri değerlendirilerek, taksirli suçta sebebiyet verilen neticenin sanığın kişisel ve ailevi durumu bakımından ceza verilmesini gereksiz kılacak derecede mağduriyete yol açıp açmadığı olgusu bu suretle saptanmalıdır.

Temyiz davasına konu olayda, sanık Kadem ile ölen Uğur’un kardeş oldukları, aynı binada anne ve babalarıyla beraber oturup birlikte tuhafiyecilik yaptıkları, olay günü de kışlık yakacak ihtiyaçlarını sağlamak için babalarının köydeki kavak ağaçlarını kestikleri sırada devrilen gövdenin karşıdaki ağaca çarparak dört parçaya ayrıldığı, parçalardan birinin başına isabet etmesi sonucu Uğur’un beyin kanaması nedeniyle öldüğü, sanıktan on yaş büyük olan Uğur’un ölümünden sonra altı yaşındaki ikiz çocuklarının ve dul kalan eşinin ekonomik ihtiyaçlarının sanık tarafından karşılanmaya devam edildiği, Sosyal Güvenlik Kurumu’na olan önemli miktardaki birikmiş borcunun da sanık tarafından üstlenildiği ve taksitle ödenmeye çalışıldığı, taksirli suç nedeniyle ortaya çıkan ölüm neticesinin diğer tüm aile fertleri gibi sanığı da ciddi bir üzüntüye sevk edip mağduriyetine yol açtığı, bu durumun ölenin eşi tarafından da ifade edilip şikayetçi olunmadığı, aile yapısı geçmişte ve halen sürdürdüğü ilişkileri ve yükümlülükleri yönünden sanığın cezalandırılmasının ölenin eşi ve çocukları bakımından da ayrıca yeni bir mağduriyete yol açacağı, bu nedenle de sanığın kişisel ve ailevi mağduriyetinin kendisine ceza verilmesini gereksiz kılacak bir düzeye ulaştığı anlaşıldığından, hakkında ceza verilmesine yer olmadığına…’ karar verilmesi gerekirken…”[233]

Kanun maddesinin lafzından basit taksir halinde hakimin herhangi bir takdir yetkisinin olmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla koşulların oluşup oluşmadığı hakim tarafından takdir edilecek ve koşulların gerçekleştiği değerlendirilirse söz konusu fıkraya göre ceza verilmesine yer olmadığına karar verilecektir.[234] Böyle bir durumda hakime takdir hakkı tanınmaması doktrinde eleştirilmiştir.[235] Bilinçli taksirin varlığı halinde ise maddede öngörülen ceza indirimine gidilmesi konusunda hakime takdir hakkı tanınmıştır.[236]

VIII. TAKSİRLE ÖLDÜRME SUÇUNDA MUHAKEMEYE İLİŞKİN KOŞULLAR

A. ZAMANAŞIMI

Hem 85. maddenin 1. fıkrası hem de 2. fıkrası kapsamında işlenen taksirle öldürme suçunda dava zamanaşımı süresi, suçun işlendiği tarihten itibaren on beş yıldır (TCK md. 66/1). Dava zamanaşımı süresinin durması veya kesilmesini düzenleyen 67/4. maddedeki hallerin gerçekleşmesi halinde, bu süre en fazla yirmi iki yıl altı ay olabilir.

TCK’nın 66/2. maddesi gereği, suçun işlendiği sırada fail, on iki yaşını doldurmuş olup da on beş yaşını doldurmamış ise bu sürelerin yarısı, on beş yaşını doldurmuş olup da on sekiz yaşını doldurmamış ise üçte ikisinin geçmesiyle kamu davası düşer.[237]

Taksirle öldürme suçunda suçun işlendiği an neticenin gerçekleştiği yani ölüm olayının meydana geldiği andır. Bu durumda, suç zamanaşımı bu tarihten başlayacaktır.[238]

B. GÖREV

5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un 12. maddesine göre, “kanunların ayrıca görevli kıldığı haller saklı kalmak üzere, … on yıldan fazla hapis cezalarını gerektiren suçlarla ilgili dava ve işlere bakmakla ağır ceza mahkemeleri görevlidir.”

Söz konusu kanunun 11. maddesinde ise, “kanunların ayrıca görevli kıldığı haller saklı kalmak üzere, sulh ceza ve ağır ceza mahkemelerinin görevleri dışında kalan dava ve işlere asliye ceza mahkemelerince bakılır” denilmiştir.

Mezkur maddelere göre, asliye ceza mahkemeleri TCK’nın 85/1. fıkrası kapsamına giren taksirle öldürme suçunda görevlidir. Ağır ceza mahkemeleri ise TCK’nın 85/2. fıkrasına uyan taksirle öldürme suçunda görevlidir.

Görev konusu kamu düzeni ile ilgili olduğundan her aşamada gözetilmelidir.[239]

Doktrinde bir görüşe göre, soruşturma safhasında cumhuriyet savcısının delileri değerlendirme yetkisinin varlığı kabul edildiğinden, neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralamaya sebebiyet verilen hallerde, şikayet koşulu gerçekleşmemişse (bilinçli taksirin yokluğu halinde) 85/1. fıkrası uyarınca iddianame yetkili asliye ceza mahkemesine düzenlenmelidir. Buna karşılık, iddianamede bilinçli taksirin varlığına işaret edilmişse şikayet şartı aranmadığından, fiil 85/2. madde kapsamında girmektedir ve bu nedenle, iddianame yetkili ağır ceza mahkemesine verilmelidir.[240]

Aşağıdaki karar, söz konusu görüşü destekler niteliktedir:

“İddianamede, olayda bilinçli taksirin var olduğunun belirtilmesine, mağdur sanık Ferhat Taşdemir’de olay nedeniyle kemik kırığı meydana gelmesine göre, sanık Enver Özkara’ya isnat edilen eylemin 5237 sayılı TCK’nın 85/2. maddesi kapsamında olduğu, buna göre de 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkındaki Kanun’un 12. maddesi uyarınca davaya bakmanın Ağır Ceza Mahkemesinin görevine girdiği, bu nedenle de görevsizlik kararı verilmesi gerektiği gözetilmeden duruşmaya devamla yazılı şekilde hüküm tesisi yasaya kanuna aykırıdır.”[241]

Ancak bazı yazalar tarafından farklı bir görüş ileri sürülmüştür. Buna göre, görevli mahkemenin tayininde, şikayet koşulu gerçekleşmemiş olsa bile yaralama neticesinin göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Zira yaralama neticesi bakımından taksirin bilinçli olup olmadığı ancak üst dereceli mahkeme olan ağır ceza mahkemesi tarafından belirlenmelidir. Yargılama sürecinde taksirin bilinçli olmadığı anlaşılmış ise, bu takdirde TCK’nın 85/2. maddesi bakımından yaralanan kişilerin şikayet hakkını kullanmış olup olmadıkları dikkate alınabilir. Bu görüşü göre, soruşturma evresinde taksirin bilinçli olup olmadığı yönünden karar vermenin mümkün değildir. Bu suretle, yaralama neticesi bakımından şikayet şartı gerçekleşmediği sürece soruşturma yapılamayacağı ve kamu davası da açılamayacağı gerekçesiyle nitelikli halin zaten uygulanamayacağı ileri sürülerek yetkili mahkemenin asliye ceza mahkemesi olması kabul edilmemektedir. Aksi görüş ile asliye ceza mahkemesinin daha sonra görevsizlik kararı vermesi halinde ağır ceza mahkemesi yeniden delil toplama durumuna gireceği, bunun da davanın gereksiz yere uzaması tehlikesini beraberinde getireceği öne sürülmüştür.[242]

Aşağıdaki Yargıtay kararı da bu görüşü desteklemektedir.

“Taksirle bir kişinin ölümüne, bir kişinin de yaralanmasına ve yaralanan kişinin şikayetçi olmamasına ilişkin olayda yüksek mahkeme ağır ceza mahkemesinin davaya bakmakla görevli olduğu sonucuna varmış ve Eyüp 2. Ağır Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararın kaldırılmasına karar vermiştir.”[243]

Bu görüş ise “şikayetin varlığının önem kazandığı hallerde failin, 89. maddenin hangi fıkrasına göre cezalandırılacağı sorununa, suç teorisi çerçevesinde değil de muhakeme hukuku bakımından ele alınması” gerekçesiyle eleştirilmiş ve hatalı sonuçlara varıldığı iddiası ile kabul edilmemiştir.[244] Buna göre, madde 85/2 kapsamına giren bir olayda şikayet şartının gerçekleşip gerçekleşmemesine bakılmaksızın görevli mahkeme, ağır ceza mahkemesidir. Zira aksi durum maddenin getiriliş amacına aykırı olacaktır.[245]

 

C. YETKİ

Mahkemelerin hangi coğrafi yerdeki işe bakacağını gösteren kurallara yetki kuralları denir.[246]

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 12. maddesine göre, davaya bakmak yetkisi, suçun işlendiği yer mahkemesine aittir. Bu suretle, taksirli hareketin yapıldığı yer yargı mercii yetkili olacaktır.[247]

Taksirle öldürme suçu, sonuç meydana geldiği anda, yani ölümle tamamlanmış sayılmaktadır. Buradan hareketle ölümün gerçekleştiği yer yargı merciinin yetkili olacağı düşünülebilir. Ancak fail hukuk düzenini, hareketin yapıldığı yerde ihlal etmiştir. Ayrıca kovuşturma aşamasında ve soruşturma aşamasında görülen eksiklikleri gidermek ve soruşturmanın kolaylığını sağlamak için hareketin yapıldığı yer yargı merciinin yetkili olması daha uygun olacaktır.[248]

D. MUHAKEME

Taksirle öldürme suçu, adli makamlarca re’sen takip edilen suçlardandır.[249]

4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun gereğince, bu suç görev sebebiyle işlenirse soruşturma izni alınması gerekmektedir. Ayrıca sanığın sağlık mensubu olması halinde Yüksek Sağlık Şurası’ndan raporu alınmalıdır.[250]

 “Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunun 2 Nisan 2003 tarihli raporuna göre ölüm ile trafik kazası arasında illiyet bağı bulunduğunun belirtilmiş olması karşısında, 1219 sayılı yasanın 75. maddesi uyarcınca, doktor olan sanığın olayda mesleki kusurunun bulunup bulunmadığının, Yüksek Sağlık Şurasından sorularak sonucuna göre hukuki durumun tayin ve takdiri gözetilmeden yazılı şekilde beraat hükmü tesisi kanuna aykırı, katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerde olduğundan hükmün BOZULMASINA…”[251]

Ceza Muhakemesi Kanunu md. 171/1’e göre,  “cezayı kaldıran şahsi sebep olarak etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmasını gerektiren koşulların ya da şahsi cezasızlık sebebinin varlığı halinde, cumhuriyet savcısı kovuşturmaya yer olmadığı kararı verebilir.”

Bu durumda, TCK’nın 22/6. kapsamında, cumhuriyet savcısı kovuşturmaya yer olmadığına karar verebilecektir. Ancak aynı fıkranın 2. cümlesi gereği, bilinçli taksirin varlığı halinde, cumhuriyet savcısının kamu davasını açması zorunludur.[252]

 

 

SONUÇ

5237 sayılı TCK’nın sistematiğine uygun olarak, taksirle öldürme suçunun düzenlendiği 85. maddede, suçun çerçevesi çizilmiş ve içinin doldurulması, başta taksirin düzenlendiği 22. madde olmak üzere, Kanun’un “Genel Hükümler” kitabında bulunan maddeleri ile sağlanmıştır. Bu nedenle, taksirle öldürme suçunun tanımı, taksirin tanımından yola çıkarak yapılmakta ve suçun anlaşılabilmesi için taksir kavramının irdelenmesi gerekmektedir.

Yargıtay kararları ışığında taksirin unsurlarına bakıldığında; 5237 sayılı Kanun’un yürürlükte olmadığı dönemde verilen Yargıtay kararlarında, “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık” unsuruna yer verilmediği görülmektedir. Mevcut kanun döneminde verilen kararlarda ise önceki kararlara atıf yapılarak taksirin unsurları, “fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması, hareketin iradiliği, öngörülebilir neticenin istenmemesi ve hareket ile netice arasında nedensellik bağı bulunması” şeklinde 5 madde olarak sayılmaya devam etmektedir. Ne var ki, 22. maddenin gerekçesinde açıkça belirtildiği üzere,  “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık” taksirin bir unsuru olup Yargıtay kararlarında yer alması gerektiği kanaatindeyim.

“Neticenin Öngörülebilir olması” unsuru açısından ise mülga TCK döneminde verilen kararlara bakıldığında, sübjektif ölçütün benimsendiği ve failin içinde bulunduğu duruma göre “öngörülebilirliğin” tespit edildiği anlaşılmaktadır. Bu durumun sebebi olarak, 5237 sayılı TCK’da yer alan madde 22/6’nın mülga kanunda yer almaması, netice ile zaten mağdur olan anne veya babanın cezalandırılmasının istenmemesi gösterilebilir. Ancak 5237 sayılı Kanun ile getirilen 22/6. fıkrasının bu mağduriyeti ortadan kaldırdığı düşünüldüğünde “öngörülebilirlik” unsurunun objektif olarak belirlenmesinin, somut gerçeğe ulaşmak için daha elverişli olduğu düşüncesindeyim. Zira neticenin öngörülebilir olup olmadığı objektif olarak belirlenmeli ve sonra failin içinde bulunduğu durum dikkate alınarak failin durumu öngörüp görmediği tespit edilmelidir. Neticenin istenmediği durumlarda, fail neticeyi öngörmemişse basit taksir, öngörmüş ise bilinçli taksir söz konusu olacaktır. Bilinçli taksirin varlığı, cezanın arttırılması sonucunu doğuracaktır.

Cezanın indirilmesi veya cezaya hükmedilmemesi sonucu doğuracak bir durum ise madde 22/6’da düzenlenmiştir. Yargıtay’ın bu madde bakımından uygulamalarının müstakar hale geldiğini söylemek mümkün değildir. Fail ile mağdur arasında, “yakın akrabalık ilişkisinin” bulunması şartının aranmadığına dair kararlar mevcut olsa da bu kararlara konu olaylarda dahi fail ile mağdur arasında yakın akrabalık ilişkisi bulunduğu görülmektedir.

Söz konusu 22/6. fıkra bakımından, Yargıtay’ın tartışmalı olan bir diğer uygulaması, failin yakın bir akrabasının ölümü ve diğer bir kişi açısından şikayete bağlı bir yaralanmanın meydana geldiği olaylarda görülmektedir.  Bu durumda Yüksek Mahkeme, yaralamanın şikayete bağlı olup olmadığına veya şikayet şartının gerçekleşip gerçekleşmediğine bakmaksızın madde 22/6’nın uygulanamayacağına hükmetmekte ve failin fiilini madde 85/2 kapsamına sokmaktadır. Bu suretle, madde 22/6’nın uygulanması halinde yalnızca taksirli yaralamadan sorumlu olacak fail, taksirle yaralama ve öldürme suçlarıyla 85/2. maddeden sorumlu tutulmaktadır. Bunun sonucu olarak, yakının kaybeden, kişisel ve ailevi olarak mağdur olan fail ayrıca 2 ila 15 yıl hapis cezası ile cezalandırılacaktır. Yargıtay’ın söz konusu uygulamasının, maddenin getiriliş amacına ve hakkaniyete uygun olduğunu söylemek güçtür.

Bununla birlikte, 5237 sayılı Kanun’un kabulünden sonra ve fakat henüz yürürlüğe girmeden önce yapılan değişiklikle 85/2. fıkrasında öngörülen cezanın alt sınırı, üç yıldan iki yıla indirilmiştir. Kanun koyucunun böylece suçun cezasını, erteleme ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması kapsamında tutmuştur. Bu suretle, yukarıda 22/6. ve 85/2. maddelerinin uygulaması ile ilgili olarak yapılan eleştirileri, hakimin somut olayı dikkate alarak yapacağı değerlendirme ile bir nebze bertaraf etme imkanı olduğu söylenebilir.

KAYNAKÇA

Adam, Halil İbrahim (2011), ‘Taksirle Öldürme Suçu (TCK md 85)’ (Yüksek Lisans Tezi), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

Artuç, Mustafa (2008), Kişilere Karşı Suçlar, Ankara, Adalet

Artuk, Mehmet Emin & Gökcen, Ahmet & Yenidünya, Ahmet Caner (2013), Ceza Hukuku Özel Hükümler, 13. Baskı, Ankara, Adalet

Centel, Nur &  & Zafer, Hamide & Çakmut, Özlem, Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, Ankara, Beta

Hakeri, Hakan (2014), Ceza Hukuku Genel Hükümler, 17. Baskı, Ankara, Adalet.

Kazancı İçtihat Bankası Programı

Kaymaz, Seydi & Gökcan, Hasan Tahsin (2006), 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nda Taksirle Adam Öldürme ve Yaralama Suçları, 2. Baskı, Ankara, Seçkin

Koca, Mahmut & Üzülmez, İlhan (2013), Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Ankara, Adalet

Meran, Necati (2008), Kişilere Karşı Suçlar, 2. Baskı, Ankara, Seçkin

Özgenç, İzzet (2014), Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 10. Baskı, Ankara, Seçkin

Özbek, Özer & Kambur, Mehmet Nihat & Doğan, Koray & Bacaksız, Pınar & Tepe, İlker (2013), Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 4. Baskı, Ankara

Soyaslan, Doğan (2014), Ceza Hukuku Genel Hükümler, 6. Baskı, Ankara, Yetkin

Soyaslan, Doğan (2014), Ceza Hukuku Özel Hükümler, 10. Baskı, Ankara, Yetkin

Toruslu, Nevzat (2007), Ceza Hukuku Genel Kısım, 10. Baskı, Ankara, Savaş

Tezcan, Durmuş & Erdem, Mustafa Ruhan & Önok, Murat (2013), Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, 9. Baskı, Seçkin

Yıldız, Ali Kemal (2007), ‘Taksirle Öldürme’, Kazancı İçtihat Bankası Programı

Yurtcan, Erdener (2015), Yargıtay Kararları Işığında Öldürme ve Yaralama Suçları, 2. Baskı, Türkiye Barolar Birliği

 

[1] Meran, s. 103.

[2] Adam, s. 61.

[3] Yurtcan, s. 280.

[4] Adam, s. 64.

[5] Centel & Zafer & Çakmut, s. 96.

[6] Centel & Zafer & Çakmut, s. 96.

[7] Kaymaz & Gökcan, s. 147.

[8] Centel & Zafer & Çakmut, s. 96.

[9] Koca, Mahmut & Üzülmez, İlhan (2013), Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Ankara, Adalet, s. 134.

[10] Soyaslan, Ceza Hukuku Özel Hükümler, s. 156.

[11] Artuç, s. 236.

[12] Centel & Zafer & Çakmut, s. 97.

[13] Artuç, s. 236.

[14] Yıldız, Ali Kemal (2007), ‘Taksirle Öldürme’, Kazancı İçtihat Bankası Programı, s.e.t.:05.12.2016.

[15] Artuç, s. 237.

[16] Centel & Zafer & Çakmut, s. 97.

[17] Kaymaz & Gökcan, s. 148.

[18] TCK md. 83 gerekçesi.

[19] Adam, s. 70.

[20] Kaymaz & Gökcan, s. 149.

[21] Yargıtay 4. CD, E:2004/1064, K:2004/2055, T:11.02.2004, (Kazancı).

[22] YCGK, E:1970/4-361, K:1970/432, T:28.12.1970, (Kaymaz & Gökcan, s. 152).

[23] Kaymaz & Gökcan, s. 152; Yargıtay 9. CD, E:2004/3075, K:2004/5130, T:6.10.2004, (Kaymaz & Gökcan, s. 152).

[24] Adam, s. 75.

[25] Koca & Üzülmez, s. 138.

[26] Koca & Üzülmez, s. 138.

[27] Tezcan & Erdem & Önok, s. 188.

[28] Koca & Üzülmez, s. 139.

[29] Bu konuda doktrinde farklı görüş bulunmaktadır. Centel & Zafer & Çakmut tarafından, dikkat ve özen yükümlülüğüne uygun davranılsaydı dahi netice gerçekleşecekti şeklinde bir mantıkla sorumluluktan kurtulmanın mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Yazarlar bu görüşü desteklemek için 1951 tarihli bir Yargıtay kararı göstermişlerdir. Bkz: dipnot 39.

[30] Tezcan & Erdem & Önok, s. 187.

[31] Centel & Zafer & Çakmut, s. 102.

[32] Yargıtay 2. CD, E:1999/4054, K:1999/7441, T:27.05.1999, (Centel & Zafer & Çakmut, s. 102).

[33] Yargıtay 2. CD, E:1995/5929, K:1995/7168, T:13.06.1995, (Kaymaz & Gökcan, s. 150).

[34] Yargıtay 9. CD, E:2005/3666, K:2005/7891, T:20.10.2005, (Kazancı).

[35] Soyaslan, Ceza Hukuku Özel Hükümler, s. 157.

[36] Özgenç, s. 259.

[37] Adam, s. 82.

[38] Soyaslan, Ceza Hukuku Özel Hükümler, s. 156.

[39] Tezcan & Erdem & Önok, s. 182.

[40] Koca & Üzülmez, s. 147.

[41] Adam, s. 84.

[42] Yargıtay 9. CD, E:2007/7536, K:2009/3112, T:17.03.2009, (Hafızoğulları & Özen, s. 58).

[43] Bilinçli taksir-basit taksir ayrımı işbu çalışmanın birinci bölümünde ayrı bir başlık altında incelenmiştir. Bkz: s. 22.

[44] Yargıtay 9. CD, E:2007/5379, K.2009/844, T:28.01.2009, (Hafızoğulları & Özen, s. 59).

[45] Hafızoğulları & Özen, s. 59.

[46] Yargıtay 9. CD, E:2006/1636, K:2006/3686, T:27.06.2006, (Kaymaz & Gökcan, s. 85).

[47] Yargıtay 9.CD, E:2006/4050, K:2006/6231, T:20.11.2006, (Tezcan & Erdem & Önok, s. 185).

[48] Yargıtay 9. CD, E:2008/14600, K:2009/4142, T:09.04.2009, (Tezcan & Erdem & Önok, s. 187).

[49] Adam, s. 86.

[50] Meran, s. 122.

[51] Meran, s. 123.

[52] Meran, Necati (2008), Kişilere Karşı Suçlar, 2. Baskı, Ankara, Seçkin, s. 120.

[53] Özgenç, İzzet (2014), Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 10. Baskı, Ankara, Seçkin, s. 252.

[54] Toruslu, Nevzat (2007), Ceza Hukuku Genel Kısım, 10. Baskı, Ankara, Savaş, s. 194.

[55] Artuk, Mehmet Emin & Gökcen, Ahmet & Yenidünya, Ahmet Caner (2013), Ceza Hukuku Özel Hükümler, 13. Baskı, Ankara, Adalet, s. 221.

[56] Özgenç, s. 249.

[57] Soyaslan, Doğan (2014), Ceza Hukuku Genel Hükümler, 6. Baskı, Ankara, Yetkin, s. 436.

[58] Artuk & Gökcen & Yenidünya, s. 221.

[59] Özbek, Özer & Kambur, Mehmet Nihat & Doğan, Koray & Bacaksız, Pınar & Tepe, İlker (2013), Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 4. Baskı, Ankara, s. 491.

[60] Meran, s. 118.

[61] Özgenç, s. 251.

[62] YCGK, E:2008/1-150, K:2008/192, T:15.07.2008, (Kazancı İçtihat Bankası Programı).

[63] YCGK, E.2004/9-213, K.2005/3, T:01.02.2005, (Kazancı).

[64] Hakeri, Hakan (2014), Ceza Hukuku Genel Hükümler, 17. Baskı, Ankara, Adalet, s. 235; Artuç, Mustafa (2008), Kişilere Karşı Suçlar, Ankara, Adalet, s. 238; Kaymaz, Seydi & Gökcan, Hasan Tahsin (2006), 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nda Taksirle Adam Öldürme ve Yaralama Suçları, 2. Baskı, Ankara, Seçkin, s. 90.

[65] YCGK, E:2008/9-51, K:2008/117 T: 20.05.2008; E:2008/9-43, K:2008/62, T:25.03.2008; E:2007/9-275, K:2007/49, T:11.03.2008;  E:2004/12, K:2004/68, T:23.03.2004; E:2001/181, K:2001/204 T:09.10.2001.

[66] Kaymaz & Gökcan, s. 92.

[67] Adam, Halil İbrahim (2011), ‘Taksirle Öldürme Suçu (TCK md 85)’ (Yüksek Lisans Tezi), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 29.

[68] Artuk & Gökcen & Yenidünya, s. 222.

[69] Artuç, s. 238.

[70] Kaymaz & Gökcan, s. 65.

[71] Kaymaz & Gökcan, s. 93.

[72] Soyaslan, Doğan (2014), Ceza Hukuku Özel Hükümler, 10. Baskı, Ankara, Yetkin, s. 118.

[73] Adam, s. 42.

[74] Tezcan, Durmuş & Erdem, Mustafa Ruhan & Önok, Murat (2013), Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, 9. Baskı, Seçkin, s. 183.

[75] Meran, s. 121.

[76] Tezcan & Erdem & Önok, s. 183.

[77] Kaymaz & Gökcan, s. 94.

[78] Artuk & Gökcen & Yenidünya, s. 223.

[79] Tezcan & Erdem & Önok, s. 183.

[80] Meran, s. 121.

[81] Meran, s. 121.

[82] Tezcan & Erdem & Önok, s. 183.

[83] Tezcan & Erdem & Önok, s. 183.

[84] Yargıtay 4. CD, E:1955/16215, K:1955/6693, T:16.04.1955, (Centel, Nur &  & Zafer, Hamide & Çakmut, Özlem, Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, Ankara, Beta, s. 104).

[85] Yargıtay 9. CD, E:1983/1328, K:1983/1412, T:11.05.1983, (Centel & Zafer & Çakmut, s. 104).

[86] Yargıtay 2. CD, E:2003/16719, K: 2003/2327, T:03.03.1999, (Centel & Zafer & Çakmut, s. 104).

[87] TCK md. 22/6: Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmez; bilinçli taksir hâlinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir.

[88] Adam, s. 48.

[89] Centel & Zafer & Çakmut, s. 103.

[90] Yargıtay 4. CD, E:1951/553, K:1951/553, T:30.01.1951. (Centel & Zafer & Çakmut, s. 103).

[91] Artuk & Gökcen & Yenidünya, s. 223.

[92] Artuç, s. 239.

[93] Centel & Zafer & Çakmut, s. 94.

[94] Yargıtay 1. CD, E:1960/3276, K:1960115, T:20.01.1960, (Centel & Zafer & Çakmut, s. 94).

[95] Kaymaz & Gökcan, s. 96.

[96] Artuk & Gökcen & Yenidünya, s. 223.

[97] Yargıtay 2. CD, E:2001/23733, K:2001/19569, T: 01.11.2001; 2. CD, E:2000/3265, K:2000/3687, T: 05.04.2000, (Adam, s. 48); Artuk & Gökcen & Yenidünya, s. 223; Kaymaz & Gökcan, s. 99; Artuç, s. 240.

[98] Hakeri, s. 239.

[99] YCGK, E:1995/108, K:1995/134, T:24.04.1995, (Kaymaz & Gökcan, s. 96).

[100] Yargıtay 12. CD, E:2011/21661, K:2012/19216, T:20.09.2012, (Kazancı).

[101] YCGK, E:2004/2-97, K:2004/115, T:11.05.2004, (Kazancı).

[102] Yargıtay 1. CD, E:2008/4815, K:2008/5662, T:04.07.2008, (Tezcan & Erdem & Önok, s. 186).

[103] Yargıtay 9. CD, E:2004/2796, K:2004/3671, T:05.07.2004, (Kaymaz & Gökcan, s. 100).

[104] Yargıtay 9. CD, T:16.02.1982, (Hakeri, s. 238).

[105] YCGK, E:1985/9-160, K:1985/539, T: 11.02.1985, (Kaymaz & Gökcan, s. 110).

[106] Hakeri, s. 239.

[107] Yargıtay 12. CD, E:2011/4878, K:2011/1530, T:20.09.2011, (Kazancı).

[108] Kaymaz & Gökcan, s. 96.

[109] Artuk & Gökcen & Yenidünya, s. 222.

[110] Kaymaz & Gökcan, s. 97.

[111] Adam, s. 33.

[112] Artuç, s. 242.

[113] Kaymaz & Gökcan, s. 102.

[114] Kaymaz & Gökcan, s. 103.

[115] YCGK, E:2001/2-184, K:2001/204, T:09.10.2001, (Kazancı).

[116] Artuk & Gökcen & Yenidünya, s. 222.

[117] TCK md. 22 gerekçesi.

[118] Meran, s. 125.

[119] Kaymaz & Gökcan, s. 105.

[120] Kaymaz & Gökcan, s. 105.

[121] Yargıtay 4. CD, E:1949/15842, K:1949/16575, T:22.12.1949, (Kaymaz & Gökcan, s. 105).

[122] Adam, s. 41.

[123] Yargıtay 2. CD, E:1994/53, K:1994/2248, T:24.03.1994, (Adam, s. 41).

[124] Yargıtay 9. CD, E:1983/3121, K:1983/3201, T:08.12.1983, (Centel & Zafer & Çakmut, s. 99).

[125] YCGK, E:1994/2-78, K:1994/100, T:11.04.1994, ( Hafızoğulları & Özen, s. 57).

[126] Hafızoğulları & Özen, 58.

[127] Tezcan & Erdem & Önok, s. 185.

[128] Artuç, s. 242.

[129] Kaymaz & Gökcan, s. 79.

[130] YCGK, E:2004/1-12, K:2004/68, T:23.03.2004, (Kazancı).

[131] Meran, s.119.

[132] Yargıtay 12. CD, E:2011/4936, K:2011/9905, T:27.12.2011, (Kazancı).

[133] Yargıtay 12. CD, E:2011/3007, K:2011/7413, T:07.12.2011, (Kazancı).

 

[134] YCGK, E:2013/12-698, K:2014/201, T:22.04.2014, (Yurtcan, Erdener (2015), Yargıtay Kararları Işığında Öldürme ve Yaralama Suçları, 2. Baskı, Türkiye Barolar Birliği, s. 281).

[135] Yargıtay 12. CD, E:2011/14556, K:2011/10295, T:29.12.2011, (Kazancı).

[136] YCGK, E:2007/9-275, K:2008/49, T:11.03.2008, (Tezcan & Erdem & Önok, s.185).

[137] Yargıtay 9. CD, E:2006/1680, K: 2006/3456, T:19.06.2006, (Tezcan & Erdem & Önok, s. 186).

[138] Yargıtay 9. CD, E:2009/185, K:2009/273, T:24.11.2009, (Tezcan & Erdem & Önok, s. 186).

[139] Yargıtay 9. CD, E:2006/2280, K:2006/3094, T:06.05.2006, (Kaymaz & Gökcan, s. 85).

[140] Yargıtay 9. CD, E:2006/402, K:2006/1614, T:15.03.2006, (Kaymaz & Gökcan, s. 86).

[141] Yargıtay 1. CD, E:2007/2709, K:2007/4048, T:23.05.2007, (Artuç s. 254).

[142] Yargıtay 9. CD, E:2007/3339, K:2007/8841, T:03.12.2007, (Artuç s. 259).

[143] Meran, s. 119.

[144] Adam, s. 14.

[145] Tezcan & Erdem & Önok, s. 187.

[146] Kaymaz & Gökcan, s. 80.

[147] Yargıtay 12. CD, E:2012/28926, K:2012/27430, T:17.12.2012, (Kazancı).

[148] Yargıtay 1. CD, E:2006/2020, K:2007/3819, T:17.05.2007, (Meran, s. 119).

[149] Yargıtay 2. CD, E:2008/7778, K:2009/2858, T:20.05.2009, (Tezcan & Erdem & Önok, s. 186).

[150] Adam, s. 88.

[151] Kaymaz & Gökcan, s. 159.

[152] Centel & Zafer & Çakmut, s. 108.

[153] Kaymaz & Gökcan, s. 161.

[154] Artuç, s. 246.

[155] Adam, s. 93.

[156] Kaymaz & Gökcan, s. 161.

[157] TCK md. 179/2: Kara, deniz, hava veya demiryolu ulaşım araçlarını kişilerin hayat, sağlık veya malvarlığı açısından tehlikeli olabilecek şekilde sevk ve idare eden kişi, iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

[158] Tezcan & Erdem & Önok, s. 193.

[159] Centel & Zafer & Çakmut, s. 107.

[160] Kaymaz & Gökcan, s. 156; Tezcan & Erdem & Önok, s. 189; Hafızoğulları & Özen, s. 60; Artuk & Gökcen & Yenidünya, s. 224.

[161] Soyaslan, Ceza Hukuku Özel Hükümler, s. 157.

[162] Centel & Zafer & Çakmut, s. 107.

[163] Kaymaz & Gökcan,  s. 157.

[164] Kaymaz & Gökcan,  s. 158.

[165] TCK md. 89- (1) Taksirle başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.

[166] Kaymaz & Gökcan, s. 158.

[167] Meran, s. 104.

[168] Artuk & Gökcen & Yenidünya, s. 224.

[169] Yargıtay 9. CD, E:2006/1869, K:2006/3198, T:06.07.2006, (Kaymaz & Gökcan, s. 159).

[170] Yargıtay 9. CD, E:2006/964, K:2006/2486, T:01.05.2006, (Kazancı).

[171] YCGK, E:2010/9-254, K:2011/31, T:05.04.2011, (Kazancı).

[172] Adam, s. 96.

[173] Meran, s. 104.

[174] Adam, s. 97.

[175] Koca, Üzülmez, s. 152; Yıldız, s.e.t.:05.12.2016.

[176] Kaymaz & Gökcan, s. 159.

[177] Adam, s. 97.

[178] Kaymaz & Gökcan, s. 161.

[179] Adam, s. 99.

[180] Adam, s. 100.

[181] Yıldız, s.e.t.:05.12.2016.

[182] TCK md. 61(1) Hâkim, somut olayda;

  1. a) Suçun işleniş biçimini,
  2. b) Suçun işlenmesinde kullanılan araçları,
  3. c) Suçun işlendiği zaman ve yeri,
  4. d) Suçun konusunun önem ve değerini,
  5. e) Meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını,
  6. f) Failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını,
  7. g) Failin güttüğü amaç ve saiki,

Göz önünde bulundurarak, işlenen suçun kanunî tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında temel cezayı belirler.

[183] TCK md 61/2: Suçun olası kastla ya da bilinçli taksirle işlenmesi nedeniyle indirim veya artırım, birinci fıkra hükmüne göre belirlenen ceza üzerinden yapılır.

[184] TCK md 61/4: Bir suçun temel şekline nazaran daha ağır veya daha az cezayı gerektiren birden fazla nitelikli hâllerin gerçekleşmesi durumunda; temel cezada önce artırma sonra indirme yapılır.

TCK md 61/5: Yukarıdaki fıkralara göre belirlenen ceza üzerinden sırasıyla teşebbüs, iştirak,

zincirleme suç, haksız tahrik, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı ve cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsî sebeplere ilişkin hükümler ile takdiri indirim nedenleri uygulanarak sonuç ceza belirlenir.

[185] 765 sayılı TCK’nın 455/son’da yer alan ve cezanın, kusurun derecesine göre 1/8’ine kadar indirileceğine ilişkin düzenleme TCK’ya alınmamıştır.

[186] Hafızoğulları & Özen, s. 57.

[187] Hafızoğulları & Özen, s. 58.

[188] YCGK, E:2013/12-706, K:2014/406, T:30.09.2014, (Kazancı)

[189] Tezcan & Erdem & Önok, s. 190.

[190] Artuç, s. 244.

[191] Soyaslan, Ceza Hukuku Özel hükümler, s. 158.

[192] Artuç, s. 244.

[193] Yargıtay 12. CD, E:2013/8360, K:2014/4235, T:20.02.2014, (Yurtcan, s. 281).

[194] Centel & Zafer & Çakmut, s. 108.

[195] Adam, s. 106.

[196] Meran, s. 105.

[197] Koca & Üzülmez, s. 155.

[198] TCK md. 53- (1) Kişi, kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak;

  1. a) Sürekli, süreli veya geçici bir kamu görevinin üstlenilmesinden; bu kapsamda, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinden veya Devlet, il, belediye, köy veya bunların denetim ve gözetimi altında bulunan kurum ve kuruluşlarca verilen, atamaya veya seçime tabi bütün memuriyet ve hizmetlerde istihdam edilmekten,
  2. b) Seçme ve seçilme ehliyetinden,
  3. c) Velayet hakkından; vesayet veya kayyımlığa ait bir hizmette bulunmaktan,
  4. d) Vakıf, dernek, sendika, şirket, kooperatif ve siyasi parti tüzel kişiliklerinin yöneticisi veya denetçisi olmaktan,
  5. e) Bir kamu kurumunun veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşunun iznine tabi bir meslek veya sanatı, kendi sorumluluğu altında serbest meslek erbabı veya tacir olarak icra etmekten,

Yoksun bırakılır.

[199] Centel & Zafer & Çakmut, s.108.

[200] Adam, s. 105.

[201] Centel & Zafer & Çakmut, s.108.

[202] Adam, s. 107.

[203] Centel & Zafer & Çakmut, s. 106.

[204] Madde gerekçesi.

[205] Adam, s. 108.

[206] Meran, s. 127.

[207] Tezcan & Erdem & Önok, s. 191; Koca & Üzülmez, s. 154.

[208] Artuç, s. 247.

[209] Kaymaz & Gökcan, s. 120.

[210] Yargıtay 9 CD, E:2006/4966, K:2006/6814, T:04.12.2006.

[211] Yargıtay 9 CD, E: 2006/5431, K:2006/7415, T:19.12.2006.

[212] Yargıtay 9 CD, E: 2006/4199, K:2006/5793, T:06.11.2006.

[213] Yargıtay 9 CD, E: 2006/4416, K:2006/5603, T:01.11.2006.

[214] Yargıtay 9 CD, E: 2006/3492, K:2006/5950, T:08.11.2006.

[215] Yargıtay 9 CD, E: 2007/9359, K:2009/5213, T:04.28.2009.

[216] Yargıtay 9 CD, E: 2008/560, K:2009/5588, T:12.05.2009.

[217] Yargıtay 9 CD, E: 2007/9652, K:2009/3117, T:17.03.2009.

[218] Yargıtay 9 CD, E: 2007/677, K:2007/4851, T:30.05.2007.

[219] Koca & Üzülmez, s. 154.

[220] Yargıtay 12 CD, E: 2011/21939, K:2012/6701, T:08.03.2012, (Yurtcan, s. 296).

[221] Yargıtay 9. CD, E:2008/18994, K:2008/14573, T:30.12.2008, (Tezcan & Erdem & Önok, s. 192).

[222] Madde gerekçesi.

[223] Tezcan & Erden & Önok, s. 192.

[224] Meran, s. 128.

[225] Yargıtay 9. CD, E:2006/1060, K:2006/2464, T:27.04.2006, (Kazancı).

[226] Yargıtay 9. CD, E:2006/7496, K:2007/3466, T:17.04.2007, (Kazancı).

[227] Yargıtay 9. CD, E:2008/6854, K:2008/14067, T:23.12.2008, (Kazancı).

[228] Tezcan & Erden & Önok, s. 192.

[229] Koca & Üzülmez, s. 154.

[230] Meran, s. 128.

[231] Yargıtay 9. CD, E:2009/1001, K:2009/6550, T:01.06.2009, (Tezcan & Erdem & Önok, s. 192).

[232] Yargıtay 9. CD, E:2007/1998, K:2007/3479, T:19.04.2007, (Kazancı).

[233] Yargıtay 9. CD, E:2008/18994, K:2008/14593, T:30.12.2008, (Kazancı).

[234] Artuç, s. 248.

[235] Centel & Zafer & Çakmut, s. 106.

[236] Kaymaz & Gökcan, s. 119.

[237] Centel & Zafer & Çakmut, s. 109.

[238] Adam, s. 115.

[239] Kaymaz & Gökcan, s. 164.

[240] Artuk & Gökcen & Yenidünya, s. 224.

[241] Yargıtay 9. CD, E:2007/1278, K:2007/8711, T:27.11.2007, (Artuk & Gökcen & Yenidünya, s. 224).

[242] Tezcan & Erdem & Önok, s. 189.

[243] Yargıtay 5. CD, E:/14431, K://19366 T: (karar tarihi belli değil), (Tezcan & Erdem & Önok, s. 189).

[244] Koca & Üzülmez, s. 153.

[245] Koca, Üzülmez, s. 152; Yıldız, s.e.t.:05.12.2016.

[246] Adam, s. 118.

[247] Artuç, s. 249.

[248] Adam, s. 119.

[249] Centel & Zafer & Çakmut, s. 109.

[250] Artuç, s. 248.

[251] Yargıtay 9. CD, E:2005/1832, K:2005/5611, T:11.07.2005, (Artuç, s. 249).

[252] Adam, s. 121.39

Taksirle adam öldürme TCK m. 85

ETİKETLER

SOSYAL MEDYA

İLETİŞİM

+90 532 1715531

Hızlı, etkili, şeffaf hizmet ile müvekkillerimize tam bir hukuki koruma sağlıyoruz

İLETİŞİM
İLETİŞİM
İLETİŞİM
İLETİŞİM
İLETİŞİM
İLETİŞİM
İLETİŞİM
İLETİŞİM
İLETİŞİM
İLETİŞİM
İLETİŞİM
İLETİŞİM
İLETİŞİM
İLETİŞİM
İLETİŞİM
İLETİŞİM
İLETİŞİM
İLETİŞİM
İLETİŞİM
İLETİŞİM
İLETİŞİM
İLETİŞİM
Soru, sorun ve görüşleriniz için iletişime geçebilirsiniz
İLETİŞİM